Portekiz’de Gün Gün Nereleri Gezmeli?
Portekiz’e ve Lizbon, Porto, Setubal, Sintra, Cabo de Roca’ya gidecekseniz mutlaka okuyun.
Eşimle THY promosyon yapınca daha önce gitmediğimiz bir ülkeye gitmeye karar verdik. Kasım ayında hava şartlarının uygunluğu, uygun konaklama seçenekleri, gezilecek yerlerin yakınlığı ve kolaylığı sebebiyle Lizbon ilk tercihimiz oldu. Angela Merkel ziyareti ve genel greve denk gelen 2 gün yüzünden Lizbon merkezli tur operatörlerinden tur almak zorunda kaldık. Gün gün tüm ayrıntılarıyla gezimiz aşağıda…
10 Kasım Cumartesi Lizbon
Saat 9:00’da havalimanındaydık. 9.05’te Atamıza saygı duruşunda bulunup hemen içeriye pasaport kontrolüne girdik.
Vodafone aboneleri için olan kodlarla Fast Track geçişini kullanarak oyalanmadan Freeshop tarafına geçtik. Gitmeden sigaralarımızı aldık. (Djarum Black 10’lu 23€) Uçak 10:55 te yani tam zamanında kalktı. 4 saat 35 dakikada Lizbon’a indik.
Uçaktan Belém
Portekiz AB ülkesi. Schengen vizesi ile giriş yapabilirsiniz. Ortak para birimi euro geçerli. Döviz bürolarında dolar ile değişim yapabilirsiniz. Lizbon İstanbul’dan 3 saat geri olduğu için şehri keşfetmeye doğal olarak 3 saat erken başladık. Biz Kasım ayında gittiğimiz için ve Türkiye kış saati uygulamasına geçmediğinden saat farkı 3 saat, yazın saat farkı yine normale dönecek ve 2 saate düşecek.
Uçaktan indik. Önce pasaport kontrolü için Lizbon havaalanında uzun bir mesafe yürüdük. Sonra bavullarımızı aldık. Portekiz’de ve diğer AB ülkelerinde girişte Freeshop yok. İndiğimde sigara vs alırım diye düşünürseniz yanılabilirsiniz. Mutlaka alacaklarınızı Türkiye’den alın ama abartmayın, kontrolde başınız ağrıyabilir veya elinizden alınabilir.
Havaalanında pasaport kontrolü sonrası sadece kahve vs. satan birkaç dükkan var. İşaretler açıklayıcı, hem İngilizce hem Portekizce yazıyor. O yüzden gideceğimiz yeri kolayca bulduk.
Bavulları aldıktan sonra dışarıya çıktık. Şehir merkezine gitmek için metro, aerobüs denilen otobüs (bizdeki HAVAŞ) ve taksi seçenekleri var. Biz metroyla gitmeye karar verdik. İşaretleri takip ederek yolumuzu yine çok kolay bulduk. Girişte bilet makinaları var. Tek yön 24 saat vb gibi bir çok seçenek var. Önce 50 cent’e bir kart alıp içine istediğiniz tipte krediyi dolduruyorsunuz. Bu bileti daha sonra otobüs metro tramvay ve Bairro Alto’ya çıkan tarihi Santa Justa asansöründe kullanabileceğiniz için 24 saatlik almak daha mantıklı. Biz bilet almak için makinanın başında uğraşırken bir İngiliz çift havalimanına gelirken aldıkları günlük biletleri bize hediye etti. Biz de o bilet ve kartları kullandık.
Güncel Bilet fiyatları için http://www.carris.pt/en/fares-2018
Lizbon ulaşım sistemi ile ilgili tüm detaylar için tıklayınız.
Lizbon Metro (resmi siteden alıntı)
Hedefimiz Rossio daki otelimiz. Havalimanından Kırmızı hat ile S.Sebatio yönüne gidip Alameda’ da indik. Burası kırmızı ve yeşil hattın birleşimi ve aktarma istasyonu. Ücretsiz olarak bu sefer yeşil hatta dönüp “Cais do Sodré” tarafına dönüp Rossio istasyonunda indik. Otel buraya yürüyerek 2 dakika uzaklıkta.
Otelimiz
Oteli internetten aldık. 6 gece 2 kişi kahvaltı dahil şeklinde çok uygun fiyata, ki orta halli bir hostelden daha uyguna geliyor. Grande Pensao Alcobia otelin ismi. 3 yıldızlı bir otel. Sultanahmet’teki butik otellere benziyor. Konum olarak İstanbul’da Taksim Meydanı ile karşılaştırabiliriz. Poço do Borratem de 15 numarada. Burası büyük deprem zamanı halka su sağlayan önemli ve tarihi bir yer. Otel binası eski ama içi bakımlı. Resepsiyon için bavullarla 8 basamak, daha sonra 1. Katta bulunan asansöre ulaşmak için de 16 basamak çıkmak gerekli. Bavulunuzu kendiniz taşıyorsunuz. Bizim odamız 105 numaralı oda. Kaleye bakan tarafta fransız balkonlu 16m2 lik geniş bir oda. Banyosu rahat. Bizdeki yarım küvetlerden var. Klozet, bide, lavabo oldukça temiz. Yataklar rahat ve bol. Odada ısıtma ve soğutma split kilma ile oluyor. 82 ekran bir LCD TV var. 69 kanalı var. Müzik, haber ve sinema kanalları ücretsiz. Yerel kanallarda film ve diziler orijinal dilinde Portekizce altyazılı.
Odamız
Odaya yerleştikten sonra hemen dışarıya çıkıp gezmeye başlıyoruz. Kırmızı hat üzerindeki Moscavide durağında inip Vasco da Gama kulesi ve köprüsünü göreceğiz. Otelin hemen arkasındaki meydandan Rossio durağından metroya biniyoruz. Alameda istasyonundan yine aktarma yapıp yine havaalanı tarafına Moscavide durağına gidiyoruz. Havaalanı ile arasında sadece bir durak var. Elinizde bavul yoksa ya da taşımayı göze alıyorsanız gelirken de uğrayabilirsiniz. Metrodan aşağıya doğru gidince kuleyi görüp ona doğru yürüdük Burası Expo 98 için yapılmış bir park alanı. Kulenin yanından köprüyü de görmek mümkün.
Torre Vasco Da Gama
Diğer tarafa doğru Oceanario tarafına doğru gidince önce teleferiği gördük. Gidiş dönüş 5,90€ ya tur yapmak mümkün. Kapalı spor salonunun orada tüm ülke bayraklarının oradan dönüp Vasco Da Gama alışveriş merkezi (Central Commercio) ya gittik. Hem hava kararmıştı hem de acıkmıştık.
Vasco Da Gama AVM
Üst katında yemek yedikten sonra bir elekrtonik markete girdik. Apple ürünleri haricinde ucuz birşey (tabi Türkiye’ye göre) bulamadık. Alt katında markette su şarap bira ve İstanbul Freeshop’undan da ucuza çikolata bulduk. Super Bock (PORTO) ve Sagres (LİZBON) benim beğendiğim biraları. Şaraplar çok çeşitli. AVM’nin dışı Oriente. Burada hem Porto’ya giden tren hem de otobüs duraklarını görüyoruz. Şehir içine giden kırmızı hat metro durağı da burada. Çok oyalanmadan metroya binip otele geri döndük.İlk gün 3 saatlik zaman farkı anlamadan gezince yarına zorlanabilirsiniz…Bölge ile ilgili fotoğraflar ve ayrıntılı bilgi için tıklayınız.
11 Kasım Pazar Lizbon
Sabah kahvaltıdan sonra kale için yola çıktık. Rossio meydandan kalkan 12 numaralı tramvay ile kaleye ulaştık.
Tram 12
Kalenin girişi kişi başı 6€. Şehrin ve karşı kıyının manzarası buradan çok güzelmiş. (Daha sonra üctersiz ve daha güzel bir yer bulduk ayrıntıyı aşağıda bulabilirsiniz.) Biz kaleden içeri girmek yerine sokaklarda dolaşıp alışveriş yaptık. Burada bir çok hatıra ve hediyelik eşya bulunuyor.
Kaleden Portekiz
Daha sonra kalenin girişinden kalkan 737 nolu otobüs (minibüs esasında) tekrar merkeze indik.
Kestane
Rua Agusta üzerinde 12 adeti 2€ olan kaya tuzunda pişmiş kestanelerinden aldık. Buradaki kestaneler önce farklı geliyor ama sonra insan tadına alışıyor. Ayrıca çok popüler bir ürün neredeyse her köşe başında satılıyor. Aşağıya doğru Plaça Do Commercio’ya doğru yürüyüp denizin kıyısına kadar ilerledik. Meydandaki heykel tadilattaydı, maalesef güzel bir görüntü alamadık. Ama deniz tarafı ve 25 Nisan köprüsü güzel gözüküyor. Fotoğraf meraklıları için güzel açılar mevcut.
Praça do Comércio ile Augusta Caddesi’ni bağlayan kemer
Buradan tekrar yukarıya çıkıp tarihi asansörün oraya Elevador de Justa’ya ulaştık. Günlük metro biletimiz burada da geçerli. Bairro Alto’ya (yüksek mahalle) çıkan bu asansörün üst katı seyir terası ve ayrıca ücretlendiriliyor.
Elevador de San Justa
Biz Bairro Alto kısmına gidip biraz buralarda dolaştık. Üşüdüğümüz için otele dönmeye karar verdik. Tekrar asansör ile aşağıya inip otele dödük. Bir şeyler atıştırıp sıkıca giyindikten sonra metroyla Rossio’dan mavi hat üzerinde Parque durağında inip El Corte Ingles adlı AVM’ye gittik. Buraya gelmemizin sebebi elektronik alışverişi. En alt katında elektronik ve Apple ürünleri satan yetkili bir mağaza var. Burada alışveriş yaptık. En üst katında güzel bir yemek yedik. Sonra otele dönüp yarın yapacağımız Sintra ve civarı turu için hazırlanıp erkenden yattık. Baixa semti fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.
12 Kasım Pazartesi Sintra, Cabo de Roca, Cascais, Belém
Bugün daha İstanbul’dayken internet üzeründen ayarladığımız Sintra, Cabo de Roca, Cascais ve Belém turunu yapacağız. (52€) Tur şirketi “We hate tourism tours” Eski model Wolksvagen minibüsler ile turlar yapılıyor.
http://wehatetourismtours.com/lisbon-tours/x-day-trip/
Tur minibüsü
Şoför aynı zamanda tur rehberi. Buluşma saat 9’da Rossio meydanında Benetton ve Vodafone dükkanlarının yanında. Sarı minibüs bizim bugünkü aracımız olacak. Freddy tur rehberimiz. Aralık ayında 3 aylığına Tokyo’ya yemek konusunda çalışmaya gidecekmiş. İstanbul’da aktarma yapacakmış. Ona bize haber vermesini, uygun olursak beraber gezebileceğimizi söyledik. Diğer tur katılımcıları 1 Alman orta yaşlı çift (turun kalanına göre oldukça yaşlı) Avusturalya’da yaşayan anne tarafı Fransız baba tarafı Malezya’lı genç bir kız, Vasco Da Gama’ nın gittiği yerleri gezen Güney Afrika vatandaşı bir genç, dünyayı gezen son 3 aydır kız arkadaşıyla Lizbon’da bir hostelde çalışan İsviçreli bir genç… Buna iki Türk’ü de ekleyince fıkra için ortam sağlanmış oldu 🙂
Önce ilk durak Sintra. Kraliyet sarayının da olduğu bu şehir, yazı sıcaktan bunalan Lizbonluların kaçış yeri. Her yer yemyeşil.
Sintra
Önce şehirde biraz yürüdük. Genelde herkes Pena sarayını ziyaret ediyor. Bizim tur şirketi biraz alternatif bir rota izlediği için bizi özel bir saray şato karışımı olan Quinta da Regaleira’ya götürdü.
Fredy bizi burada 1 saat gezmemiz için bıraktı. Kendisi de öğle yemeği için birşeyler almaya gitti. Girişler 6€ önce para vermeye gerek yok dedik ama burada o meşhur yerin (Poço Iniatico) olduğunu öğrenince hemen içeriye girdik.
Poço İniatico (Resmi siteden alıntı)
Burası büyük bir bahçe içinde zamanına göre füturistik bir tarzda inşaa edilmiş bir ev aslında. Ama dış cephe, bahçedeki heykeller, havuzlar, şapeller,ve mezarlar o kadar ilginç ki bir yandan gezerken hayran kalıp bazı yerlerde de korkudan ürperir bir an önce çıkmak istiyorsunuz. Çok ziyaretçi olmaması ve büyüklüğü yüzünden çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Yalnız bahçede kaybolmak çok kolay. Haritadan ve yerdeki işaretlerden gideceğiniz yerleri buluyorsunuz.
Bizce en iyi yöntem en tepeye çıkıp kuleyi görüp sonra aşağıda kalan zamanı değerlendirmek. Şatodan sonra Cabo Do Roca’ya doğru yola çıktık. Sintra’da, Pena başta olmak üzere birçok saray var. Ama biz vaktimiz dar olduğu için burayı es geçtik. Pena Sarayı ile ilgili daha detaylı bilgi ve fotoğraflar için tıklayınız.
Sintra’yı gezmek için bir tam günü ayırmak gerekli. Buraya Rossio’dan kalkan tren ile de gelmek mümkün. Şehir içinde otobüsler ile sarayları dolaşabiliyorsunuz…
Bizim orada saraydan bol bir şey yok, çok merak etmiyoruz…Sintra ile ilgili daha detaylı bilgi ve fotoğraflar için tıklayınız.
Sintra
Cabo do Roca’ya doğru yola devam ediyoruz. Burası Avrupa kıtasının en batı noktası ama rehberimiz Portekizlilere ve rehberimiz Fredy’ye göre dünyanın sonu 🙂
Cabo do Roca
Burada nerede olduğunuzu belirten üstünde büyük bir haç olan bir işaret de var. Üzerinde koordinatlar ve Portekizce bilgiler yer alıyor. Avrupa kıtasının en batı ucunda olduğunuzu enlem boylam ile size bilgi veriyorlar.
Koordinatlar
Ayrıca Turizm ofisinden 5,26€ ya üzerinde isim yazılı bir sertifika ile işi iyice resmileştirebiliyorsunuz. Biz kendi isimlerimizi aynı sertifikaya yazdırıp bir adet aldık. Posta ofisinde bu sertifika haricinde posta kartlları da var. Buradan kart atıp Avrupa’nın sonunda olduğunuzu sevdiklerinize söyleyebilirsiniz.
Sertifika
Geziye öğle yemeği de dahil. Minibüsün arkasında hem şoför hem de rehber olan Fredy, bu kez de ahçı olup bize atıştıracak şeyler hazırlıyor. Fredy’nin leziz sandviçleriyle (bize özel islami usul hindili) öğle yemeğini aldıktan sonra Guincho plajına doğru yola çıktık. Atlas Okyanusu’nun hırçın dalgaları burada 2-3 metreye kadar çıkıyordu. Ama yerel halka göre hava ve deniz oldukça sakindi. Cabo do Roca ile ilgili daha detaylı bilgi ve fotoğraflar için tıklayınız.
Guincho Plajı
Okyanusun dibine inip, dalgaların dövdüğü sahilden hatıra olarak kumlarımızı aldıktan sonra Cascais semtine gittik. (C’leri k üstü işaretli s’yi de şj diye okursak, kaşjkayşj gibi bişey okunuyor) Meşhur dondurmacısından dondurma alıp, dantel gibi işlenmiş sokaklarında yürüyüp, fotoğraflarımızı çektikten sonra Belém’e doğru yola çıktık. (buranın telaffuzu aşağıda ayrıntılı yazıyor) Cascais ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.
Cascais
Angela Merkel’in Lizbon ziyaretiyle kapanan yollar yüzünden Belém’deki At Arabası Müzesi, Kaşifler Anıtı, Belém kulesi ve Jerenimo Manastırı ve müzesi ziyaretlerini gerçekleştiremedik. Belem ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.
Ama Pastéis de Belém’e uğrayıp Nata adı verilen tatlıyı yeme fırsatımız oldu. Allahtan pastanenin önünü kapatmamışlar. Bu gezileri sonraya erteleyip hemen pastaneye girdik.
Nata
Pastane 1837 yılından beri burada, İstanbul’da olsa yerine çoktan AVM’yi dikmişlerdi, neyse biz NATA’ya geçelim. Bu tatlıyı anlatmak zor. Bence gidip orada yemek gerek. Sıcak ve bol tarçınlısı harika. (adet 1,05€ tura dahil) Aldıklarımız 1 gün içinde bayatlıyor ve tadı hiç yediğimize benzemiyor. O yüzden alıp götürülecek bir tatlı değil. Dönüşte havalimanında da gördük. Daha pahalı, küçük ve birkaç günlük. İlla alacağım derseniz o gün uçağa binmeden biraz erkenden Belém’deki pastaneye uğrayıp oradan almak mantıklı. Havalimanına bırakmamak lazım, orada hem pahalı hem de taze değil…
Tatlıya dönelim. Milföy hamurunun içinde muhallebi ve üstü yumurta sarısı gibi birşey. Böyle anlatınca dandik bir şey gibi geliyor kulağa ama tadı enfes. Bu arada yumurtanın beyazlarını atmak yerine de bizim beze dediğimiz tatlıya benzeyen birşey uydurup tasarruf yapmayı öğrenmişler. Onu da meşhur ürün diye satıyorlar.
Tura dahil olmadığı halde Fredy bizi Lizbon’da ufak bir şehir turuna çıkarıyor. Belém’deki göremediğimiz yerleri telafi etmek için sanırım. Kendi tur şirketinin ayrıca yaptığı “King of the Hills” turunun kısa versiyonu. Önemli yerleri geçerken ufak bilgiler veriyor. Santa Appolina’nın oradan geçerken de yarın Porto için buradan kalkan trenlere binebileceğimizi söylüyor. Hemen notlarımıza ekliyoruz. Sonra kaleyi ve tüm şehri birlikte görüp hiçbir giriş ücreti vermeyeceğimiz bir tepeye çıkartıyor bizi. Burada biraz mola verip şehre bakıyor ve gidip görmemiz gereken diğer yerleri öğreniyoruz…
Tepeden Lizbon
Sonra Rossio’ya inip tura katılan herkesle vedalaşıyoruz. Rossio’daki oteli seçtiğimiz için bir kez daha seviniyoruz. Çünkü tüm turların kalkış yeri burası. Ayrıca ulaşımı çok kolay ve merkezi bir konumda. Gece otelden bir kahve ya da Porto şarabı içmek için çıkıp geri dönmek oldukça kolay…
Tur sonrası Lizbon’a özgü Morina balığı (Cod Fish) denemek için Rossio tren istasyonunun karşısındaki küçük lokantaya gidiyoruz. Bu arada merkezdeki bu istasyondan Sintra tarafına tren kalkıyor. Porto yönü için Oriente ya da Rossio’ya yakın olan diğer istasyon Santa Appolina’ya gitmek gerekli.
Morina Sardalya ve Hesabımız
Bizdeki esnaf lokantalarına benzeyen tarzda bir yerdeyiz. Siparişimizi İngilizce ve çat pat Portekizce karışık veriyoruz. Restoranda balıklar güzel ve ucuz. Porsiyonları çok büyük. Sardalyayı bütün olarak kızartıyorlar. Temizlemeden! Ayrıca kılçıkları çok fazla. Morina ise tuzlanmış balığın suda haşlanarak hazırlanması ile yapılıyor. İlk başta tuzlu gelebilir daha sonra alışıyorsunuz. Kılçıkları yok ve eti bol. Kolay yeniliyor.
Sonra bir cafeye girip kendimize kahve ısmarlıyoruz. Sosyal medya payşalışmları ve kahve sonrası otelimize dönüp Porto için hazırlanıyoruz. Gezi notları telefon ve fotoğraf makineleriniz şarjları ve diğer işlemleri itinayla hallediyoruz.
13 Kasım Porto
Bugünü Porto’da geçirmeye karar verdik. Normalde Çarşamaba günü için planlamıştık fakat o gün yapılacak genel grev dolayısıyla ulaşım aksayacağından planlarımızı bugüne göre değiştirmek zorunda kaldık. Tren ile gideceğiz Porto’ya… Otobüs ile de gidiliyor. Otobüsler Sete Rios (metro ile Jardim Zoologico durağı yakınında) veya Oriente’den Tren İstasyonu’nun oradan kalkıyor. Trenin daha hızlı ve konforlu olduğunu düşünüp trende karar kıldık. Bu arada otelimizdeki tur katologlarından Porto turu bulduk. Onlar da turu tren ile yapıyor ve kişi başı 100€ istiyorlar. Bizimki daha uyguna gelecek.
Trenimiz
Sabah Rossio Maydanı’ndan metroya bindik. Tüm günü Porto’da geçireceğimiz için sadece gidiş dönüş metro bileti aldık (Kişi başı 2,50€) Yeşil hattı kullanarak (Telherias yönü) Alameda’ya gittik. Burada kırmızı hatta ücretsiz aktarma yapıp Aeroporto yönündeki Oriente’de indik. Duraktan tren istasyonuna işaretleri takip ederek gidiliyor. Bilet gişesinden 9:39 daki Porto trenine iki kişilik bilet aldık.
-ida gidiş- volta dönüş -carr vagon- lug koltuk- demek. Biletlerin üstünde İngilizce yazmıyor aramayın. Gişedeki görevli kadın İngilizce biliyordu. Her şeyi tane tane anlattı. Biz biletimizi aynı güne gidiş dönüş istedik. (49€ kişi başı) Porto’dan dönüş için 18:47’yi seçtik.
Tren zamanında geldi. Hızlı gidiyor. Ama içi soğuktu. Klima yerden soğuk veriyordu. Ayaklarımız çok üşüdü. Wi-fi veya elektrik prizi gibi şeyler bulamadık. Tuvalet her vagonda var. Trende bilet kontrolü yapılıyor. Mutlaka bileti doğru almak gerekli. Ama boşsa koltuk yerini değiştirebiliyorsunuz. Yaklaşık 3 saatte Porto’daki Campanha İstasyonu’na vardık. Buradan merkeze yürümek yaklaşık 10 dakika diye bir tabela görünce yürümeye karar verdik. Ama metro veya tren ile ana istasyona (S. Bento yani merkeze) 1 duraklık mesafe var. Fotoğraf molaları ile bu süre yarım saati geçti.
Köprüye yaklaşırken
Hedefimiz 1. Luiz köprüsü. Tam köprüye geldiğimizde yaşlı bir adam, tamamen Portekizce olarak bize Porto şehir turu yapmamızı önerdi. Hatta ısrar etti. Biz de anladığımız kadarıyla güzel bir seçenek olduğuna karar verip katıldık. (Kişi başı 7€) Köprülerden geçip, önemli yerleri gösterip, karşı taraftaki şehir olan Gaia’da şarap mahzenlerini gezeceğimizi, orada da 2 kadeh Porto şarabı tadımının dahil olduğunu söyledi, ya da biz öyle anladık .=) Yürümekten yorulduğumuz için teklifini kabul ettik. Biner binmez tur başladı.
Günü birlik Porto yapacaksanız bu tip araçlar, hop on hop off tur otobüsleri çok mantıklı. Siz yerleri arayıp dururken vakit kaybediyorsunuz, kayboluyorsunuz ve daha fazla yoruluyorsunuz. Ama bence Porto için en az 2 gün ayırmak gerekli…
Tur trenimiz
Tren görünümündeki 2 vagonlu açık gezi aracıyla görülmesi gereken yerlerden geçip köprünün diğer tarafında Gaia’da bir fotoğraf molası verdik. Bu arada tüm gezi boyunca İngilizce dahil 5-6 farklı dilde kaydedilmiş anonslar ile geçtiğimiz yerler hakkında bilgi aldık. Sonra şarap tadımı için Real Companhia Velha’ya gittik.
Real Companhia Velha
Bizi kapıda son derece sıcak karşıladılar. Önce 15 dakikalık bir film izledik. Porto şarabı tarihi, yetiştirdiği yerler hakkında kısa bir belgeseldi. (İngilizce) Daha sonra mahzenlere indik. Burada Porto şarabının nasıl yapıldığını, renklerinin ne anlama geldiği anlatıldı. Üzüm suyu içindeki şekerin daha fermantasyonu tamamlanmadan içine şeker katılmasıyla yapılıyormuş. Çok tatlı bir şarap bu yüzden. Douro Nehri’nden büyük fıçılar içinde buraya getirilirmiş. Hatta getiren eski tarz yelkenli gemilerden bir kaçı limanda halen duruyor. Şarapların kırmızı olanın yıllandıkça renginin açıldığını, beyaz olanın ise koyulaştığını anlattılar. Satın alırken aklınızda bulunsun.
Mahzen
Bol bol resim çektikten sonra tadım için satış da yapılan bir salona geldik. Burada bir adet kırmızı bir adet de beyaz şarap tattık. İkisi de tatlı ve güzeldi. Birer adedini 7,90€ ya aldık. Bavulda götüreceğimiz için kutuya koydurduk. Şarap tadımımdan sonra tekrar tur aracına binip yüne kısa bir turun ardından köprüye (Ponte Luiz 1) geldik. Köprü iki katlı. Üst katından tramvay geçiyor. Alt katından ise araçlar geçiyor. Yayalar için ise her iki katta yer ayrılmış durumda. 1886’da açılan köprü 172 mt uzunluğunda. Paris’teki Eyfel kulesinin tarzına çok yakın. Porto’nun en önemli simgesi olan köprüyü görmeden dönmeyin.
1.Luiz Köprüsü
Nehrin bir tarafı Porto diğer tarafı ise Gaia şehri. (Macaristan’da Budapeşte gibi düşünebilirsiniz.) Köprü üstünde yürürken karşı Gaia kıyısında teleferik görüp ona binmek istedik. Ama tekrar aynı kıyıda indirdiğini görünce vazgeçtik. Porto kısmına dönüp, köprünün altına merdivenlerle indik. İndiğimiz yer köprünün ilk katıydı. Buradan da hem yaya hem de araçlar geçebiliyor. Yan taraftan kıyıdan yürüyüp alışveriş yaptıktan sonra yine yukarıya yola çıktık. Buradan tren istasyonuna doğru yürürken sağ tarafta uygun fiyata t-shirt satan bir dükkan bulduk. Ayrıca diğer hediyelik eşya dükkanlarının da fiyatları uygundu.
Porto’da yaşam
Daha sonra merkez istasyonun arkasında (S.Bento) bir şeyler atıştırıp taksi ile trenimizin kalkacağı Campanha istasyonuna gittik (4,40€) Buradan 18:47 treninin 9 numaralı perondan geçeceğini öğrendik. Kısa bir kahve molasından sonra perona çıkıp trene bindik.
Bu seferki tren Alfa Tur diye geçiyordu. Kesinlikle daha lüks. Tuvaletler restoran koltuklar daha güzel ve koltuk araları daha genişti. Ve kesinlikle daha sıcak. Bir bayan görevli düzgün İngilizcesi ile yemek isteyip istemediğimizi sordu. Biz daha önce atıştırdığımız için istemedik. Ama bir kahve için restorana uğradık. Vagon girişlerindeki tabelalarda hız sıcaklık (iç ve dış) saat ve gidilecek istasyonların varış saatleri yazıyordu. Trenin saatteki hızı 220 km ye kadar çıktı. Biz 205 km hızı fotoğraflayabildik.
Hızlı Tren içi
Bilette trenin 21:22 de Lizbon’daki Oriente İstasyonu’nda olacağını söylüyordu. Biz de otele yakın olan son durak olan Santa Appolina yerine burada inmeye karar verdik. Vasco Da Gama AVM’sini de burada. AVM kapanmadan daha uygun fiyatlı olan çikolata alışverişini buradan yapacağız. 23:30’a kadar metroya binmemiz gerekli. Çünkü yarın genel grev var. O yüzden yolda kalabiliriz. Hızlı bir market alışverişi sonrasında 23:00’te metroya bindik. Rossio’da görevliler bizim çıkmamız ardından demir parmaklıklı büyük kapıları kapattılar. Normalde 01:00’e kadar olan metro seferleri, greve hazırlık sebebiyle 23:30’da bitti…Porto ile ilgili tüm detaylı bilgi ve fotoğraflar için tam 10 yazılık geniş bir kapsamı sitemize ekledik gitmeye niyetlenirseniz ayrıntılı Porto Gezi Rehberi yazımızı da mutlaka okuyun.
14 Kasım Çarşamba Arrabida, Sesimbra, Setubal, Azeitao, Palmela, Cristo Rei
Bugün grev günü. Toplu taşıma ve diğer kamu hizmetlerinde büyük aksaklıklar, şehrin merkezi Rossio’da gösteriler ve olaylar olabilir diye düşünüp otelimizde resepsiyondan özenle seçtiğimiz bir turu satın almaya karar verdik. Eğer bu turları almasaydık, 6 günlük tatilimizin bir günü Angela Merkel ziyareti 1 günü de genel grev yüzünden heba olacaktı. O yüzden hiç pişman değiliz…
Tur şirketi Inside Lizbon. Bir gece önce resepsiyondan arayıp rezervasyon yaptırdık. Ödemeyi tur bitiminde yapacağız. Kişi başı 49€. İlk hesaplandığında biraz pahalı gelebilir. Ama grev yüzünden otele tıkılmaktan, ya da bu turun bir kısmını yapmaya çalışırken tüm gün otobüs vapur beklemekten iyi olduğuna karar verdik. Bu tur Lizbon’un karşı kıyısını gezmemizi sağlayacak. (İstanbul’u düşünürsek otelimiz ve merkez Taksim, gideceğimiz yerler Kadıköy Bostancı Kartal)
Haritadan bakınca şuna benzer bir rotamız var…
Rotamız (internetten alıntı)
Sabah 9:00’da yine Rossio meydanında bu sefer Hard Rock kafenin önündeyiz. Beklerken fiyatlara bakıyoruz. 2 hamburger ve biraya 49€ vereceğimizi öğrenince tur daha da ucuz geldi gözümüze…
Lizbon Hard Rock Cafe
Ortalık kalabalık. Tur şirketinin diğer turlarına katılacak olanlar da burada bekliyor. Biz de kimlerle gezeceğimizi tahmin etmeye çalışıyoruz. Rehberler geldi. Fatima turu (Portekiz’in en önemli inanç turizmi noktası) yolcuları buraya Sintra turu (2 gün önce Fredy ile gezdiğimiz rotanın yalnızca yarısı) yolcuları buraya vs. gibi insanları ayırdılar. Ve büyük süpriz. Bizim dışımızda Arrábida Sesimbra turu alan yok! Türkiye’de olsa başka tura alırlar, iptal ederler binbir türlü eziyet. (Minibüsleri hatırlayın, ana durağa giden araçlara yol ortasında aktarma tipik bir Türk davranışıdır.) Ama burada turu gerçekleştireceklerini, 8 kişilik minibüsler yerine Renault Megane model bir araçla gezecegimizi üzülerek! bildirdiler.
İşte Tur aracımız…
Rehberimiz Gonçalo (Gonszalo okunuyor) yanında da stajyeri Lara var. 22 yaşında İngiltere’den Portekiz’e rehberlik yapmaya gelmiş genç bir kız. O da bizimle gezip yerleri ögrenecek. Gonçalo hem ona anlatacak hem de bize.
Gonçalo hemen direksiyona geçti ve yolculuğumuz başladı. Bu arada tanışmaya başlıyoruz. Gonçalo Türk olduğumuzu öğrenince ilk söylediği kelimeler “Orhan Pamuk” ve “Vapur” oldu. Kendisi okuyan bir arkadaşmış. Orhan Pamuk’u tanıyor ama Vapur’u anlamamış. Biraz anlattık. Ama artık sigara içilmediğini eskisi kadar keyifli olmadığını söyledik.
Lizbon sabah trafiği (bizde Pazar sabahı ögle vakti E5’te emniyet şeridinde bozulan bir arabaya bakarken oluşan 1-2 dakikalık yoğunluk:) diğer taraftaymış. O yüzden takılmadan devam ediyoruz. Vasco Da Gama köprüsünden geçeceğiz. 17,2 km lik bu köprü Avrupa’nın en uzun ikinci köprüsümüş.
Vasco Da Gama köprüsü (internetten alıntı)
Esasında isteğimiz araç kiralayıp köprüden karşıya geçmek ve oralardaki yerleri keşfetmekti. Bu turu alınca şoförlü ve rehberli versiyonu da fena olmadı. Park için aranmaktan, yanlış yönlere gitmekten kurtulmuş olduk. Dönüşte de 25 Nisan Köprüsü’nden geleceğiz. Böylece köprü faslını kapatacağız…
Aracın içinden Vasco Da Gama köprüsü
Gonçalo ilk durağımızı Setubal olarak belirledi. Merkezde bizi indirdi. Yarım saat süremiz var. Pazar yerini merak ediyorduk ama grev yüzünden orası da kapalydı. Sadece dışarıda birkaç tezgah vardı. Birinde hala canlı ahtopotlar birinde de yeni avlanmış tavşanlar müşteri bekliyordu. O görüntülerden kaçıp, meydanda dolaşmaya karar verdik. St. Julian Kilisesi’ni (Igreja São Julião) gezdik. Birkaç fotoğraftan çektik. Banco de Portugal binası ilgimizi çekince oraya yöneldik. Burası Portekiz’in en eski bankası. Binasını çok beğendik.
Banco de Portugal binası
Setubal’den ayrılıp, St. Philip kalesine gidiyoruz şimdi de… 1598 yılında bitmiş olabileceğini düşünüyorlar. Giriş ücreti vermeden, elimizi kolumuzu sallaya sallaya içeri giriyoruz. Hemen seyir terasına geçiyoruz. Sağ tarafta ada gibi gözüken ama aslında bir yarımada olan Truva yarımadası (evet doğru okudunuz Troia yani) var. Sol tarafta ise gelişen sanayi yüzünden manzarayı bozan Setubal merkezi ve sanayi kısmı gözüküyor. Setubal sanayi sahası, Portekiz’deki tüm gezimiz sırasında gördüğümüz en kötü yer. Kokuyor, tütüyor ve tüm manzaranın içine ediyor.
Kale’den Truva Yarım adası
Neyse, Truva yarımadasını gelirken uçakta görmüştüm. Çok uzun bir plaja sahip. Lizbon’da yaşayan bir kişi, yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrasında rahatça denize girebiliyor. Ve kum muhteşem. Sanırım çok şanslılar…
Gonçalo, bol bol tarihi notlar veriyor. Bu arada hava da ısınmaya başlıyor. Montlar yavaş yavaş ağır gelmeye başlıyor. Bu arada kiminle konuşsak Portekiz için Kasım ayında genelde yağmur yağdığını söylüyor. 4. günümüz ve hala yağmur görmedik. Hava ısınmaya başladıkça ve deniz kıyısında gezdikçe, Kasım ayında olduğumuza inanmak zorlaşıyor.
Lizbon için yıllık sıcaklık ve yağış ortalaması normalde şöyle birşey:
Neyse, Kasım ayıdaki bu sıcak ortamdan hiç şikayet etmeden gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Arrabida Milli Parkı içinde gezmeye başladık. Burada bir çok küçük manastır kalıntısı var. Meşhur balıklı keklerinin buradaki keşişler tarafından icat edildiğini öğreniyoruz. (Pasteis de Belem’de tadına bakacağız)
Keşişlerin yerleri…
E tabi haliyle ufak bir tuvalet molası ihtiyacımız var. Gezide 2 kişi olunca işimizi istediğimiz yerde yapma özgürlüğümüz de oluyor :=) Milli parkta dolaşırken deniz kıyısında gördüğümüz Arrabida Beach’e gitmeye karar veriyoruz.
Keşişlerin yerleri…
Dolambaçlı bir yol sonrası girişe varıyoruz. Burasının girişi tek şeritli bir yol. Tüm trafiği ise bir trafik lambası idare ediyor. Normalde yazın uzun kuyruklar olurmuş. Biz gittiğimizde sadece 2-3 araç vardı. Yine de ışıklara uyduk…
Kırmızı ve Yeşil…
Bir kafe buluyoruz, hemen oturuyoruz. Gonçalo bizim için tuvaletin yerini sormak istiyor, hemen engelliyorum. Ben sorup hava atacağım çünkü. 5 gündür en çok kullandığım Portekizce cümle. Portekizce konuşma kılavuzunu hatmettiğim için göğsümü gere gere soruyorum garsona. “Onci e u Banyeyru?” Adam önce biraz duraksıyor sonra gösteriyor. Çıkışta soruyorum. -Nasıldım?
Hiç beklemediğim bir cevap geliyor. -Neden Brezilya Portekizce’si konuşuyorsun? Meğer ülkemizde satılan tek konuşma kılavuzu Avrupa Portekizcesi yerine, onların deyimizle eski sömürge Brezilya lehçesiyle yazılmış… (FONO Pratik Portekizce Kılavuzu)
Bütün havam sönüyor… C’leri D şeklinde okumam lazımmış falan, bir çok hatamı düzeltmeye çalışıyor, vazgeçiyorum Portekizce sevdamdan… O yüzden pratik bilgiler vb vermeyeyim, nasılsa komik duruma düşüyorsunuz, gidip İngilizce verin siparişi, nasıl olsa onlarında ana dili değil…
Kahve için “kafe puru”(sade kahve) siparişimde sorun yok. Gonçalo su içiyor, kızlar sadece manzaraya bakıyor. Kafe sahibi bir su bir de kahve içip tuvaleti kullandılar bakışı atıyor, biz de hemen içip kalkıyouz oradan…
Kafe’nin manzarası
Sokak köpekleri görüyoruz ilk defa, daha cins köpekler bizimkilere göre… Evler çok güzel 1-2 katlı çiçekli bahçeli ve temiz boyalı… Hemen ileride okyanus müzesi (Oceanografico) var. İlgilenmiyoruz, hava bu kadar güzelken kapalı yerlere tıkılıp kalmak anlamsız geliyor hem yolumuz uzun ve daha görülecek çok şey var… Yavaş yavaş acıkmaya başladık. 13.00 civarı kısa bir yolculuk sonrası Sesimbra’ya geçiyoruz…
Sesimbra yolu…
Yol üzerinde meşhur peynirlerin kaynağı koyunları da görmek mümkün… Burası öyle bir yer ki sanki 20 km ilerisinde kocaman bir metropol Lizbon yokmuş gibi hissettiriyor. İstanbul’daki hala yaşamını sürdüren (sürdürmeye çalışan) köyler aklımıza geliyor.
Sesimbra merkeze gelince rehberimiz Gonçalo 1 saat izin verip gitti. Beraber yemeyi teklif ettik ama nedense kabul etmedi. Biz de ısrar etmedik. Sahilde ne yiyelim diye dolaşırken yine onu gördük! DÖNERRRR! Burda da dönerciler var ama Türkler değil de Araplar işletiyor.
Dooner Kebab
Biz daha geleneksel yemeklerini deneyelim dedik. Daha deniz kıyısında bir kafeye oturduk. Siparişlerimizi verdik. Bir de Sangria süprizi ile karşılaştık. Açıkcası burada bulacağımızı düşünmemiştik. Hemen ondan da sipariş ettik. Bu arada yumurtayı tavada pişirip hamburger dahil her şeyin içine sokmaya bayılıyorlar… Yumurta kültürü onlarda böyle sanırım.
Öğle yemeğimiz…
Sesimbra sahili bomboş. Yazın buraya yüzmeye gelmek çok iyi bir seçenek olacaktır. Sahil çok güzel, deniz de umarım aynı güzellikte olur. Güneş iyice etkisini gösteriyor. T-shirt’lerle dolaşmaya devam ediyoruz. Sahide biz, 3 tane yaşlı Portekizli amca, martılar ve birkaç kedi var. Çok sakin ve hava muhteşem…
Sesimbra’daki Portekizli amcalar…
Kasım ayında büyük bir nimet bu güneşli hava. Sahilde takılmak, deniz kenarında dolaşmak, öğle yemeği derken burası için ayırdığımız vakit de doluyor. Şehir merkezini bu kez es geçeceğiz.
Gonçalo ile kararlaştırdığımız yerde buluştuk. Yola devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Azeitao kasabası ve Jose Maria de Fonseca şarapçılık. Burada kısa bir tur yapıp, şarap tadımı yapacağız. Kişi başı 6 Euro ama bizim tur fiyatıda dahil…
José Maria da Fonseca Şarapçılık
Biz içeri girip, giriş salonunda şaraphaneyi gezdirecek rehberin gelmesini beklerken fotoğraf çektiriyoruz. Bir çok aile resmi, eski şarap imal aletleri ve şarap şişeleri, mantarları burada. Mekanın rehberi bizi görünce şaşırıyor, ama “2 kişi için dolaşmam abi” şeklinde bir tavrı yok. Hemen tura başlıyoruz. Önce içeriyi gezdiriyor. Eskiden şarapların nasıl yapıldığını, şişe mantarı ve etiketlerinin nasıl hazırlandığını falan anlatıyor. Porto şarabı her ne kadar daha da ünlü olsa da, buradaki şaraplar da bir o kadar güzel ve kaliteli. Normal şarapların yanı sıra bizdeki muskat şaraplarına benzeyen “MUSCATEL” ler, çok lezzetli kırmızılar, beyazlar, mahzenlerde uzun süredir bekletiliyor. Buraları şarap mahzeni gibi değil de müze gibi görüyorlar. Şaraplar da bir kültür mirası, nesilden nesile aktarılacak bir hazine gibi görülüyor. En eskilerin olduğu yere girmek bile yasak, çatlayan, sızdıran fıçılar özenle tamir ediliyor, kısacası gözü gibi bakıyorlar.
Çok kıymetli şarap arşivi (Parmaklıklar arkasından çekilmiştir!)
Neyse, biz tabi şarap konusunda çok deneyimli değiliz, kadın anlattıkça anlatıyor, detaylara giriyor .
-Eeee diyor “sorunuz var mı?” Biz boş boş bakınca önce biraz şaşırıyor, sonra da ilgilenmeyince üzülüyor. Biz de onu öyle görünce, bir gün önceden Porto’da gezdiğimiz mahzenden hatırladığımız soruları soralım diye düşünüyoruz.
-Yerler niye taş? “Nemlendirmeye yardımcı oluyor”
-Isıtma soğutma yapılıyor mu? “Hayır, mahzen hallediyor”
-Doğumgünü mezuniyet vs halinde arşivden şarap açılıyor mu? “Kesinlikle hayır” gibi soru cevap şeklinde ilerliyoruz.
Arşiv açılması işini hatta şöyle bitirdi. “2 gün önce Angela Merkel geldi, o da sizin gibi baktı gitti” dedi. Kadından kurtuluş yok, ayrıca bu AB ilişkileri yüzünden pek sevmiyorlar kadını.
Rehberimiz, şaraplar ve krakerler…
Ve turun en eğlenceli zamanına geldik. Tadım kısmına… Şimdi normalde 1 beyaz 1 de kırmızı şarap tadımı yapıyorlar. Biz Muskatel seviyoruz diye ondan da eklemişler… Arada krakerler ile ağzımızın tadını değiştiriyoruz. Ama Porto’dan ve Lizbon’dan o kadar çok şarap ve likör aldık ki, buradan alsak koyacak yerimiz yok. Gümrükte kaçakçı muamelesi görebiliriz. yine de dayanamayıp yine 1 şişe Alambre alıyoruz.
Alambre 20 Yıllık (resmi siteden alıntı)
Çıkışta arabada bizi başka bir sürpriz bekliyor. Gonçalo bize Azeiato’nun meşhur tatılısından” Torta de Azeiato” almış. Yumurta ağırlıklı bir tatlı. Görüntüsü şöyle…
Torta de Azeiato
Tabi, arabada paket halinde gelip hemen lüpletince pek bir şey anlamadık. Ama şu şekilde yerseniz daha lezzetli olabilir. İstayenler için tarif;http://www.dorigemlusa.pt/experimentar/torta
Resmi siteden alıntı
Yine de Belém’deki nata gibi bir tatlının yanında sönük kalıyor. Bu arada Azeitao Portekizce’de “Zeytin” demek. Çevrede ve yol boyunca bir çok asırlık zeytin ağacı var. Biz de artık anıt statüsünde olanlardan birinin önünde kısa bir fotoğraf molası veriyoruz.
Anıt Zeytin Ağacı
Tur devam ediyor, daha görülecek çok yer var, yolumuza devam ediyoruz. Burada trafik konusunda bir açıklama getireyim. Kavşakların hemen hemen hiçbirinde trafik lambası veya polis yok. Uluslararası trafik kurallarına göre kavşağın içinde olanın geçiş üstünlüğü var. Bu kural Türkiye’de asla uygulanmıyor, hatta çoğu sürücü “yol ver” tabelasının anlamını ve şeklini maalesef bilmiyor. O yüzden bazı Türk turistlere tavsiyem, yol ver tabelası size dönükse yol verin.
(bilenler üstüne alınmasın lütfen)
Yol Ver!
Sırada Palmela köyü ve kalesi var. Kaleye çıkıyoruz. Yine ücretsiz. Kalenin içinde beyaz büyük bir yapı var. Gonçalo soruyor. “Ne sizce bu?” Ne olacak tabi ki OTEL! Demek burada da aynı kafa yapısı var.
Palmela Kalesi
Palmela Kalesi’nin içinde arkeolojik kalıntılar da var. Gonçalo pek ilgilenmediğimizi görünce, bizi tüm körfezin manzarasını rahatça görebileceğimiz, seyir terasına götürdü. Önümüzde Setubal’in sanayileşmiş kıyı şeridi ve hemen onun arkasında Troia yarımadası… Burada biraz dieniyoruz. Otelde bir şeyler içip, yola devam ediyoruz.
Gişeler
İstanbul’daki gibi TEM’den gidip zaman kazanacağız, Almada’ya gidiyoruz. Brezilya’nın Portekiz’e armağanı olan İsa Heykeli’ni (Cristo Rei) göreceğiz. Heykelin olduğu yerden Lizbon ve 25 Nisan Köprüsü’nün manzarası harika. Hemen hemen her kartpostalda buradan çekilen kareler kullanılıyor. Yollar boş, 23 km’lik yolu 20 dakikada alıyoruz. Trafik kurallarına uyarak ve de karşıdan gelenlere yol vererek…
Cristo Rei yolu
Ve karşıdan heykel gözüküyor. Burası oldukça geniş bir alanda yayılmış, bir nevi park alanı. Hala peyzaj çalışmaları sürüyor. Birkaç turist aracı var. Onun dışında kalabalık değil. Heykelin olduğu kuleye çıkabiliyorsunuz. Alışveriş ve hatıra için bir dükkanı da var.
Cristo Rei
Gittiğimizde Noel öncesi olduğu için, heykelin 2 tarafında da içkili araba kullanmayın gibi uyarılar yazıyormuş. Noel zamanı alkollü araç kullanımı ile ilgili çok kaza oluyormuş. Ulusal Araba Birliği (ya da onun gibi bir şey) reklam vermiş.
Heykeli bir kenara bırakıp, bu kez 25 Nisan köprüsü (Ponte 25 de April) ile ilgilenmeye başlıyoruz. Eskiden diktatör Salazar’ın adını taşıyormuş, sonra Karanfil Devrimi’ne ithafen 25 Nisan Köprüsü olarak anılmaya başlanmış. San Fransisco’daki Golden Gate’e benzediğini söylüyoruz. Gonçalo hemen cevap veriyor. “Bizimki daha güzel, hem bizimkinden tren geçiyor” Yav he he…
25 Nisan Köprüsü
Köprünün ayaklarında yunuslar resmedilmiş. Belediye başkanları yunusları çok seviyormuş… 2280 m uzunluğundaki asma köprü 6 Ağustos 1966’da hizmete girmiş. 1999’da ise demir yolu bağlantısı açılmış.
Köprüden geçerken
Artık günün sonuna doğru, otele dönmek için yola çıkıyoruz. 25 Nisan köprüsünden geçiyoruz. Saat 18:00’i geçiyor. Trafik Lizbon yönüne doğru açık. Yaklaşık 15 km mesafeyi yirmi dakikada alıyoruz. Başladığımız yerde vedalaşıyoruz yeni arkadaşlarımızla…
Akşam yemeğini gar yakınında bir cafe’de yiyoruz.
İstasyon Kafe
Meydanlar gece daha da güzel. Işıklandırma hem garı hem de çevresindeki yapıları çok güzel gösteriyor. Biraz fotoğraf çekip, otele geri dönüyoruz. Yarın bir türlü fırsat bulup gidemediğimiz Belém’e gideceğiz.
15 Kasım Perşembe, Belém ve Lizbon
Bugün Lizbon’a çok yakın olan, ama bir türlü gezemediğimiz Belém’e gideceğiz. Belém telaffuzu biraz zor bir yer. é harfi (eyyyğğğ) m harfi (n) şeklinde okununca Beleyyyğğğn gibi okunuyor. Türk gibi okuyup Belem diye sorunca yerli halk boş boş bakıyor. İstanbul’da turistler Çultanakmet dediklerinde biz yine de anlıyoruz ama:=)
Sabah kahvaltısını otelde yapıyoruz. Kahvelerini güzel güzel kaynatıyorlar ve tadı muhteşem. Hemen otelin arkasından Figuiera meydanından 15E no’lu tramvay’a biniyoruz. Bu hattaki tramvaylardan çok azı eski modellerden. Bize yeni modern (bizim Eminönü Kabataş tramvayı) versiyonu denk geliyor.
15 no’lu tramvay saatleri
Baştan uyarayım, eğer hava yavaş yavaş yağacağım diyorsa bizim yaptığımızı yapmayın. Önce yağmur başlamadan Belém Kulesi, sonra Kaşifler Anıtı, yağmur başlar başlamaz Jeronimos Manastırı ve ilk dindiği arada yürüyerek Pastéis de Belém en mantıklı rota…
Neyse biz Pasteis de Belém’i gördüğümüz ve tattığımız için, bir de biraz acele edip plansız bir şekilde ilk olarak Jeronimos Manastırı’nın önünde indik.
Manastırın önündeki kapılar, işlemeler falan derken 1 saati aşkın bir süre dış yüzeyini incelemek ile geçti. Burası esasında iki ayrı yapı. Santa Maria kilisesi ve Jeronimos Manastırı 19 yy. başlarında birleştirilmiş.
Jerenimos Manastırı
İçeriye giriş ücretsiz, girer girmez birkaç küçük şapel ve 2 adet mezar ile karşılaşıyorsunuz.
Manastırın içi
Mezarlardan biri ünlü kaşif Vasco Da Gama, diğeri de ona şiirler yazan şair Luis Vaz de Camoes’e ait. Onun dışında Portekiz’in tarihi kişilikleri de burada gömülü. Kral 1. Manuel, Şair Fernando Pessoa, Kral 1. Sebastiao, yazarlar Alexandre Herculano, Almeida Garret vb. Dış ülke temsilcileri Lizbon ziyaretlerinde gelip buralara çelenk koyuyorlar.
Vasco da Gama’nın mezarı
İçeride ve dışarıdaki çeşitli müze ve ören yerleri için toptan bilet alırsanız 13 Euro’ya kadar bilet var. Biz önce gezip görelim ilgimizi çekerse gireriz diye düşünüyoruz. (Jerónimos Manastırı ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.) Lizbon Ulusal At Arabası Müzesi ve Denizcilik Müzesi’ni pas geçip hemen karşıdaki Keşifler Anıtı yani “Padraodos des Cobrimentos”u görmeye gidiyoruz. (Lizbon Ulusal At Arabası Müzesi ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.)
Padraodos des Cobrimentos
Keşifler Anıtında 33 Portekiz’li önemli şahsiyetin heykeli mevcut. Sol tarafta en baştaki elemanın hemen iki arkasındaki Vasco da Gama. 1940 yılında dikilirken bir fotoğrafını buldum. Onu da ekleyeyim.
Keşifler Anıtı İnşa Sırasında (resmi siteden alıntı)
Ayrıca 50 mt. yükseklikten Lizbon ve Belém’e farklı bir açıdan bakabiliyorsunuz.
50 mt yüksekten anıtın üstü (resmi siteden alıntı)
Gezinin başından beri fark ettiyseniz, hiç bir şeyin üstüne çıkıp, izlenimlerimi paylaşmadım. Yüksekten pek hoşlanmıyorum. O yüzden üstten görünümler için resmi sitede paylaşılan resimlerden ikisini ekliyorum. Paris’te Eyfel’e çıktım, o bana yetti 🙂
Anıtın farklı bir açısı (resmi siteden alıntı)
Yağmur başlayacak ama biz hala fotoğraf derdindeyiz. Gerçekten ışık çok güzel biz de bol bol anıtı fotoğraflıyoruz.
Kaşifler Anıtı ve 25 Nisan Köprüsü
200 metre ileride Belém kulesi var. Ona doğru yola çıkıyoruz. Yağmur başladı başlayacak. Kasım ayında mucize gibi 6 gündür yağmur görmemiştik. Ama bugün bizim için güzel bir deneyim olacak. Kule Vasco da Gama anısına yapılmış. İlk inşa edildiği zaman nehrin içinde olan yapı, büyük deprem sonrasında karaya doğru yanaşmış.
Yağmurda Belem Kulesi
Bu kadar yağışa, çantamızdaki yağmurluklar bile dayanmıyor. (Belem Kulesi ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.) Hemen tramvay durağına koşup, tramvaya binip Pasteis de Belem’e (sadece 1 durak) gidiyoruz. Bu arada herkes yağmurlukları kaça ve nereden aldığımızı soruyor. 1 Lira’ya Eminönü’nden desek mi? Yok yok, bir dahaki sefere yaklaşık 10 tane alıp tanesi 3 Euro’dan satmak şart oldu…
Pasteneden tarih kokan detaylar
Hemen tatlıları sipariş verdik. Yanına da vişne likörü istedik. Yağmurun biraz olsun dinmesini beklemeye karar verdik. Yarım saat sonra hala devam eden sağanak yüzünden, bu kez otele dönüp, şemsiyeleri alıp yine buraya dönmeyi planladık. Hemen pastanenin karşısından otele giden tramvaya bindik. Üstümüzü değiştirdik, şemsiyelerimizi aldık. Tram 28’e binip yine kaleye doğru çıkıyoruz. Sé durağında inip, Santa Maria Katedrali’nde iniyoruz. Alfama ile ilgili fotoğraf ve detaylı bilgi için tıklayınız.
http://www.patriarcado-lisboa.pt/site
Santa Maria Katedrali
İçeride bir çok şapel ve din görevlilerinin şatafatlı giysileri var. Gezmek incelemek oldukça zaman alıyor. Ona göre vakit ayırmanızı tavsiye ederim.
Igreja de Santa Maria Maior
Sé’deki katedralden çıkıp Chiado semtine doğru yürümeye başlıyoruz. Burası Lizbon’un modern yüzü. Kafeler, mağazalar, kitapçılar, AVM vs burada… Bir taksinin üzerinde Antalya ile ilgili bir reklam görüyoruz.
her şey dahil Antalya 632 Euro
Fernando Pessoa bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Fernando_Pessoa ünlü şairleri. Gezdiğimiz bir çok noktada heykelleri, anısına yerleştirilen plaketler var. Bir de kitapçılar çok kapsamlı. Anlamasak bile birinde zevkle yaklaşık yarım saat geçirdik. Yavaş yavaş akşam yaklaşırken, hava soğuyor. Yağmur hemen hemen durdu. Kendimizi AVM’ye atıyoruz. Önce giriş katındaki elektronik mağazasını dolaşıyoruz. Sonra üst kata yemeğe.
Portekiz’e özgü bir sandviç çeşidini denemeye karar veriyoruz bu kez. Francesinha adındaki bu soslu tost’umsu yemeğin resmini yayınlayayım, siz de ne olduğuna karar verin… (Yumurtasız olmaz)
Francesinha
Yağmur iyice geçti, yine Belém’e gidelim diyoruz. Ben kapıda beklerken, genç bir Portekiz’li arkadaş, hızlı bir biçimde bir şeyler anlatıyor. Anlamıyorum dediğimde bu kez İngilizce döşenmeye başlıyor. Sokak hayvanları için elindeki ufak tefek malları satmaya çalışıyormuş. 5 Euro’ya küçük bir notluk alıyorum. Sonra da soruyorum.
-Ben geldiğimden beri 6 gün oldu ama hiç sokak hayvanı görmedim.
-Evet çünkü çok iyi bir şekilde barınaklarda bakıyoruz onlara…
Sanırım kandırıldım:)
Sokak hayvanları standı
Neyse, AVM’den çıktık, Tram’a bindik, bastık gaza gidiyoruz Belém’e doğru. Bu sefer tramvay oldukça hızlı. Duraklarda pek kimse yok. Kulenin oraya geldiğimizde kimse yok.
Uzaklardan biri koşarak bize doğru gelmeye başlayınca biraz tedirgin oluyoruz ama sonra bakıyoruz spor için koşan bir Lizbon’luymuş… Tabi işten çıkıp yarım saatte eve gidip yemeği hallettikten sonra akşam 7-8 civarı okyanusa doğru koşmak onlar için normal. Biz bu saatlerde ancak evde olabiliyoruz…
Biraz daha yürüyüp, bir de manastırın gece halini merak ediyoruz.
Jerenimos Manastırı Gece
Belki pasta da yeriz diye düşünürken, her yerde gördüğümüz pırpır uçağın figürünü görüyoruz. yanına yaklaşıp okuyunca Portekiz’den eski sömürgeleri Brezilya’ya giden, bu arada da okyanusu geçen ilk uçak olduğunu öğreniyoruz. (30 Mart – 5 Nisan 1922 Sacadura Cabral ve Gago Coutinho)
Meşhur uçak
Yine Kaşifler Anıtının oradayız. Gece de güzel gözüküyor.
Kaşifler anıtı gece
Bu arada sabah Lizbon limanında demirli olan büyük gemiyi görüyoruz. Okyanusa doğru yol aldığını görüyoruz. İyi yolculuklar diye bağırıyoruz. Gemiden bol bol fotoğraf makinesi flaşlarını görüyoruz.
Transatlantik
Neyse, biz pastaneye girip, birer nata söylüyoruz. Ne de olsa akşam yemeğini o tosta benzeyen şeyle geçiştirdik, bol bol yürük, yediğimizi yaktık diye de kendimizi avutuyoruz.
Gece turumuz devan ediyor. Bu kez Barrio Alto’ya çıkalım istiyoruz. Restauradores meydanından, Gloria asansörüne biniyoruz. Asansör dediğime bakmayın, bildiğimiz bizim Karaköy’deki Tünel’in aynısı. Ama sokakta ve açık.
Kalkış saatini bekleyen vatman ve akıllı telefonu
Bu arada belirteyim, ulaşım için günlük bilet çok uygun ve tramvay, otobüs, asansör ne varsa hepsinde geçerli ve toplu taşıma gerçekten çok kapsamlı. Tüm bu bilgilere http://www.carris.pt/ sitesinden ve kapsamlı ulaşım haritasına ise
http://www.metrolisboa.pt/eng/wp-content/uploads/2012/07/NetworkDiagramMLjul2017.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Neyse, Bairro Alto ya çıkınca, henüz sokakların boş olduğunu gördük. Biraz vakit geçince yavaş yavaş ara sokaklarda değişik barlar ve fado kulüplerini dolaşmaya başladık. Ortamları güzel, içkilerin fiyatları uygun. Yarın dönüş günü, çok fazla abartmadan otele geri döndük…
Bairro Alto
16 Kasım Cuma, Dönüş Günü
Artık son günümüz, Otelde son kahvaltımızı ediyoruz. Bavullarımızı topluyoruz. Otel çalışanlarıyla vedalaşıyoruz. Bavulları aşağıda indiriyoruz. Uçak için vaktimiz var. 14:55’te kalkacak. 13:30’da havalimanında olacağız. 13:00’te metroya binsek yetişiriz.
Restauradores meydanında son alışverişler, son fotoğraflar…
Lizbon şarküteri
Porto’da almadığımız T-shirt
Restauradores meydanı
Öğle yemeğimiz
Saat 13:00’e doğru metroya doğru yola çıkıyoruz. Metro bomboş. Bavullarla binerken sıkıntı yaşamıyoruz.
Dönüşte metromuz
Sağ sağlım havaalanına varıyoruz. Son paramızı da freeshop’a harcıyoruz. İçkiler ve peynirler alınıyor. Uçağa yerleşiyoruz ve 14.55’te İstanbul’a doğru havalanıyoruz. İstanbul’a vardığımızda saat farkını da ekleyince 20:30 gibi Atatürk havalimanına indik…
Sonuçta, Portekiz’e iyi ki gelmişiz. Bir daha gelip, eksik kalan yerleri tamamlamak isterim. Sonuçta oldukça ucuz, keyifli, modern, güzel bir ülke…
Küçük ipuçları:
*Portekiz’de özellikle Lizbon ve bir çok şehirde seramik çok önemli bir kültür. Evlerin dışı özel fayanslar ile kaplanıyor. Kaldırımlar ve taş yollarda da kendine has bir desen mutlaka oluyor. O yüzden çok güzel kareler yakalayabilirsiniz…
*Portekizli Macellan ilk dünya turu yapan denizci olarak kabul ediliyor. 1522’de Filipinler’de yolculuğunun bitiminden önce ölen denizcinin ekibi 1543’te Japonya kıyılarına ulaşmış. Denizcilik konusunda İngiliz ve İspanyollar kadar zamanında söz sahibi olan bir ülkeymiş.
*Yazının ortalarında bahsettiğim inanç turizmi kenti Fatima katolikler için çok önemli bir yer. 1917 yılında 3 çocuk Meryem Ana’nın onlara gözüktüğünü söylemiş. Din turizmi için çok önemli olan bu merkeze yılın her zamanı ziyaretçi akını oluyor. Biz çok ilgilenmediğimiz için uğramadık. Ama merak edenler için kısaca bahsedelim istedim.
*Her ne kadar eski sömürge Brezilya futbolda daha ön planda olsa da, meraklıları için Portekiz futbolu da ayrı bir turizm olayı. Lizbon’un bir mahallesi olan Benfica stadı gezip görülecek yerler arasında. Ben çok ilgilenmesem de takımı internetten takip ediyorum. Maç öncesi kartal falan uçuruyorlar stadın içinde, değişik kafalar…
*1755’te gerçekleşen büyük deprem sonrası merkez yeniden inşa edilince Lizbon bugünkü görüntüsüne kavuşmuş.
*Portekiz demek Fado demek. Denize açılan kocaları için kadınlar özlemlerini bu şarkılar ile dile getirirmiş. Bir kültürel ikon olan Amalia Rodrigez’i dinleyerek Fado hakkında bilgi edinebilirsiniz. İşte bir örnek…
https://www.youtube.com/embed/ke2F9vwpOCA
*Lizbon’dan havayolu ile ulaşılabilinen anakaradan 1300 km uzaklıkta olan Azor adaları ve Madeira adası Avrupa’nın popüler tatil yerlerinden. Burası için ayrı bir tatil planı yapıyoruz. Size notları ieteceğiz.
*İstanbul’da Portekiz vizesi almak için Macaristan Konsolosluğu’na başvurabilirsiniz.
http://www.portekizkonsoloslugu.com/portekiz-vizesi/
http://www.macaristankonsoloslugu.com
*Lizbon uçak biletleri genelde pahalı ama THY kampanyaları zamanında 99-159 Euro arasında değişen fiyatlarda bulmak mümkün. Lizbon’dan gidip Porto’dan dönmek de bir alternatif ama detaylı gezmek isteyenlerin 2 ayrı destinasyon yapmalarını öneririm.
*Lizbon’da toplu taşıma kullanın. Günlük sınırsız kart çok hesaplı. Trafik çok rahat, ama park yeri dert oluyor. Sintra, Setubal tarafına araba ile giderseniz yollar rahat. Trafik kurallarına mutlaka uyun, İstanbul’lu olduğunuz belli olmasın:=)
*Portekizce öğreneceğim diye kasmanıza gerek yok. İngilizce konuşuyorlar ve anlaşılıyor. Turistleri seviyorlar ve çok saygılılar.
*Meydanlarda uyuşturucu satmak isteyen tipler var. (Evet var) Etrafta Polis yok! Ama satın alırken polis bir anda ortaya çıkıyormuş. Dikkat!
*Merkez’den 15 dakikada okyanusa yüzmeye, sörf yapmaya, kırlık alana ulaşabilirsiniz.
*Yemek konusunda sıkıntınız varsa (Domuz eti vs), bol bol balık yiyebilirsiniz. Süpermarketleri ucuz ve çeşit çok.
*Alınacaklar; eğer seviyorsanız Porto şarabı, Vişne likörü, Lizbon tarafındaki sofra şarapları, peynirler, horoz şeklindeki magnetler, vb…
*Mutlaka deneyin: Nata Tatlısı!
*Sömürge döneminde emperyal güçlerden biri de Portekiz. İspanya kadar etkili olmasa da Brezilya’yı 15. yüzyılın soundan 1937’ye kadar yönetti. Afrika’da Angola, Sao Tome ve Principe, Mozambik, Asya’da Doğu Timo gibi yerlerde resmi dil Portekizce. Portekizce Konuşan Ülkeler Topluluğu şeklinde araştırısanız daha fazla bilgi alabilirsiniz. Ayrıca meraklıysanız John Charles Chansteen’in Latin Amerika Tarihi kapsamlı bir kaynak olacaktır sizin için (Say Yayınları)
*Küçük bir anektod. Günümüzde Brezilya vatandaşlarının bazıları beyaz bazıları melez bazıları siyahi bazıları da yerlilere benziyor. Sebebi şöyle, Portekiz’den göçen beyazların soylarından gelenler beyaz, Afrika’dan şeker kamışı ve daha sonra plantasyonlarında çalıştırılmak üzere getirililenlerin soylarından gelenlerinki siyah, bu iki ten renginin birlikteliklerinden olanların soyundan gelenler de melez olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Hala balta girmemiş ormanlarda yaşıyan yerli kabileler ise İberya yarımadasından gelen sömürgeciler öncesinde orada yaşayan yerel halk…
Avrupa’da gözlemlediğim kadarıyla yaşanacak şehirerden biri olarak gördüğüm sırtını dağlara dayamış Atlas Okyanusu’na hüzünlü gözlerle bakan yalnız ülke Portekiz’e ve özellikle Lizbon’a en kısa sürede tekrar gitmek isterim. Umarım vakit bulabiliriz. Umarım notlar size yardımcı olur.
İyi gezmeler…