- Antalya’nın Adı Nereden Geliyor?
- Türkiye’nin En Güzel Yeri Kaleköy (Birinci Bölüm)
- Türkiye’nin En Güzel Yeri Kaleköy (İkinci Bölüm)
- Antalya’nın Güzeli Düden Şelalesi
- Türkiye’nin En Güzel Yeri Kaleköy (Üçüncü Bölüm)
- Türkiye’nin En Güzel Yeri Kaleköy (Dördüncü Bölüm)
- Adrasan Kalkışlı Tekne Turu
- Dünyaca Tanınmış Kaputaş Plajı
- Meis; Kendisi Küçük, Keyfi Büyük Ada
- Kaş’ta Bir Küçük Çakıl Plajı
- Limanağzı Nuri’s Beach
- Antalya’da Bir Konya Mutfağı “TİRİTÇİZADE”
- Bir Antalya Klasiği, Şişçi Ramazan
- Antiphellos Antik Tiyatrosu Gezisi
- Kaş, Antalya’da Bir Yasemindir
- Manavgat Şelalesi’nde Bir Gezi
- Side Antik Kenti Gezisi
- Antalya’nın Tatil Köyü Side Gezisi
- Günübirlik Alanya Gezimiz
- Kurşunlu Şelalesi ve Yeşilin 50 Tonu
- Günübirlik Tazı Kanyonu Gezisi
- Saklıkent Kayak Merkezi-Antalya
- Evdir Han Antalya’da Bir Selçuklu Kervansarayı
- Zeytinpark-Antalya Gezisi
- Patara Antik Kenti ve Patara Plajı
- Olimpos Antik Kenti ve Olimpos Plajı
- Yazın Yaptığımız Adrasan Gezisi
- Dünyanın Ucundaki Gelidonya Feneri
Truva Savaşı’nın o meşhur savaş sahnesinde Likya Prensi Sarpedon Truva’nın kumandanı Hektor’a onu cesaretlendirmek için şöyle seslenmiş ”Buraya sana yardım etmek için eşimi, çocuklarımı ve hayatımı bırakarak çok uzaklardan Likya’dan geldim. Likyalılar bu mücadelende benimle birlikte savaşacak ve sen de benim en ön cephede olacağımı göreceksin.”
Bu çağrıdan tam 3200 yıl sonra o cesur insanların yaşadığı Likya’nın tam kalbinde eski adıyla Simena yeni adıyla Kaleköy ‘deydik.
Yıllar önce bölgeye geldiğimde buraya tekne turuyla Kaleköy’e gelmiş sadece yarım saatlik bir moladan sonra da ayrılmıştık. O zaman buraya hayran olmuş turla geldiğim için de çok pişman olmuştum. Yıllar önce bir gün kalmaya geleceğim dediğim yere yıllar sonra ailemle geldim.
Kaleköy beni öyle etkiledi ki buranın Türkiye’nin En Güzel Yeri olduğunu sesli olarak söylemem için iki gün yetti. Bu kadar güzel bir yeri sizlere özetlemek istemediğim için Kaleköy’de yaşadıklarımızı dört bölüm halinde canlı olarak anlatarak takdiri de size bırakmaya karar verdim.
İlk bölüm olan bu yazımda buraya nasıl geldiğimizi, pansiyonumuza yerleşmemizi ve köyü tanıma amaçlı kısa çevre turumuzu anlatacağım.
Kaleköy Gezisi
Kaleköy’e Ulaşım
Kaleköy bir adada olmamasına rağmen arabayla gelebileceğiniz bir yer değil. Çünkü Türkiye’nin sadece denizden ulaşılabilen nadir yerlerinden biri, yolu yok. Tek şansınız var. Önce Üçağız Köyü’ne geleceksiniz. Oradan da sizi kalacağınız pansiyonun kayığıyla alacaklar. Pansiyon yazınca şaşırmayın. Buraya yol olmadığı gibi birinci derece sit alanı olduğu için pansiyon dışında başka seçeneğiniz de yok.
Pekiyi Antalya’dan 165 km uzaklıktaki Üçağız Köyü’ne nasıl geleceğiniz ile başlayalım. Size burada bir tiyo vereceğim. Antalya bölgesinde özellikle tatil noktalarında yer bulup park etmek hayli sıkıntılı. Bu nedenle ne arabayla gitmenizi ne de araba kiralamanızı kesinlikle tavsiye etmem.
Zaten çok yorgunum arabayı nasıl süreceğim, yola çıkacağım arabanın bakımını yaptırmam lazım, baksana nereye park edeyim her yer dolu dertlerini bir kenara bırakın.
Antalya’nın sathına yayılmış bir “easygo” adlı bir panelvan şirketi var. Adamları ararsanız alınacağınız yeri ve gideceğiniz oteli söylüyorsunuz. Onlar da size bir fiyat teklifi veriyor. Biraz pazarlık ile orta noktayı buluyorsunuz. Sonuçta klimalı, deri koltuklu ve şoförlü 7+1 panelvan size ait.
Önceden anlaşırsanız havaalanından sizi alıp Üçağız Köyü’ne (165 km) 250-350 TL (2016) karşılığı bırakıyorlar. Durmak beklemek yok. Biz 3 kişilik bir aile olarak bu şirketten oldukça memnun kaldık. İsterseniz panelvanı 7 kişi olarak da kullanabilirsiniz. Şirketin numarası: 0534 033 0221 (Salih Beye selamımı söylemeyi unutmayın).
Ben yine de arabayla geleceğim diyorsanız Üçağız Köyü’ne geldikten sonra arabanızı belli bir bedel karşılığı otoparka bırakacaksınız. Burada sistem şöyle çalışıyor. Şayet biz arabamız ile gelseydik arabamızı köyün herhangi bir yerine bırakmamıza izin vermeyip bizi köyün otoparkına yönlendirecek. Çünkü bu durumu köye gelir kapısı haline getirmişler. Böylece haritada gördüğünüz tüm tekne aktarmalarından pay alıyorlar. Yani arabanızı köyün herhangi bir yerine sağa sola kesinlikle bırakamazsınız. Baştan söyleyeyim.
Üçağız Köyü’ne midibüs ile gelmek isterseniz Batı Antalya Tur Şirketi’nin 14:30’da Antalya Otogarı’ndan kalkan midibüsü ile buraya kişi başı 35 TL (2016) karşılığında 4 saatte ulaşmanız da mümkün.
Kaleköy’e Geliş
Gelelim bize, yaklaşık olarak “easygo” adlı bir panelvan şirketinin arabasıyla yaptığımız 3 saatlik bir yolculuktan sonra havaalanından Üçağız Köyü’ne vardık. Köyün girişinde bulunan bir kaç kişi şoförümüze araç sahibi olup olmadığını aracını bırakıp bırakmayacağını sordu. Şoförümüz bizi bırakıp çıkacağını söyleyince arabanın önünü açtılar.
Köyün iskelesine gelince şoförümüzle vedalaştık ve kalacağımız pansiyonu aradık. Hemen teknelerini gönderdiler. Bavullarımızı tekneye aldılar. Biraz şaşkın biraz heyecanlı küçük bir sürat teknesi ile yola koyulduk.
Daha ilk anda etkilendik. Şaşırdık. İnsanlar tarih içerisinde yüzüyor. Deniz enfes. Etrafta küçük küçük adacıklar. Yavaş yavaş da olsa ortamı anlamaya başladık. İyi ki de buraya yol yok. Ya bir de yolu olsaydı burası böyle bakir kalabilir miydi?
Kaleköy Sahil Pansiyon
Muhteşem bir görsellik içerisindeki yaklaşık 10 dakikalık yolculuktan sonra Kaleköy Sahil Pansiyon’un iskelesine vardık.
Bavullarımızı tekneden alıp ayırdığımız odaya taşıdılar. Biraz erken geldiğimiz için yerimize yerleşmeden önce son kontrolleri yapmak için izin istediler. Hiç itiraz etmedik. Bu arada bizimkiler şokta…
Yurdakul ÇAN ve ailesi tarafından işletilen 4 odalı Sahil Pansiyon, bence köyün en iyi konumuna sahip. Deniz kıyısında değil denizin üzerinde. Ayrıca odaları oldukça modern ve donanımlı.
Zaten THY bile yayımlanan dergilerinde Antalya’yı tanıtırken özellikle Kekova Bölgesini gösterip doğallığın simgesi olarak fotoğraflarda Sahil Pansiyon’u ön plana çıkartıyor.
Öyle ki ön cepheden bir oda almanız halinde neredeyse oturduğunuz yerden en güzel Kekova fotoğraflarını çekebilirsiniz. Tabii ki ben bunu biliyordum zaten çünkü buraya bir günlüğüne fotoğraf çekmek için geldim ama bizimkiler gerçekten tam anlamıyla şok oldu.
Evet, işlemler bitince bitince bizi 3 kişilik ön sağ odaya aldılar. Üst katta cephede 2 yanda 2 oda var. Yani toplasanız 4 odası olan bir pansiyondan bahsediyoruz. Sadece yarım saat sonra bizimkiler Kaş’ta yapacağımız 2 günlük tatili bir güne indirip burayı 2 güne çıkarmayı teklif etti. Ben de kabul ettim.
Sahil Pansiyon’un hemen sağ tarafında Likya Restaurant & Pansiyon var. Kendimce ışıkların yumuşadığı sabah ve akşam buradaki görünümün nasıl olabileceğini değerlendiriyorum.
Kaleköy’ü Tanıma Amaçlı Kısa Çevre Turu
Kaleköy’de sadece 3 soyadı duyuyorsunuz. En çok kullanılanı/
Eşyalarımızı yerleştirip denize bile girmeden hemen çok kısa bir çevreyi tanıma turuna çıktık. Anlatımı kolaylaştırmak için köyün yerleşim planını gösteren basit bir harita koydum. Köy tamamı taş evlerden 60 bilemediniz 70 haneli. Birinci derece sit alanında olduğu için çivi bile çakılmıyormuş. Nasıl sevindim bilemezsiniz.
Kaleköy Kanolar
Sahilden köyün sağ tarafına doğru ilerlemeye başladık. İlk olarak kanolardan bahsetmek istiyorum.
Sahilden köyün sağ tarafına doğru ilerlemeye başladık. İlk olarak kanolardan bahsetmek istiyorum. Burada su genelde sığ ve tarihi kalıntılarla dolu olduğu için kanolar su sporları için değil daha çok ulaşım için kullanılıyor.
Nitekim Sahil Pansiyon’un olduğu gibi her pansiyonun kendi kanoları var ve her hangi bir ücret ödemeden kanoları kullanabiliyorsunuz. Ancak, bu kanolarla hemen karşı tarafta 600-700 m uzaklıkta bulunan (Harita 1’e bakın. ) Kekova Adası (Likya‘ca Dolichiste)’ndaki su altı şehir kalıntılarına gitmek kesinlikle yasak. Sahil güvenlik bu konuyu ciddi şekilde denetliyor. Yakalanırsanız hem kaldığınız pansiyona hem size ciddi bir ceza kesiyorlar. Önemli bilgi.
Yazar Falih Rıfkı Atay “Yeryüzündeki Cennet” diye boşuna dememiş buraya. Ancak, cennet olarak kalmasının sırrı bence işte bu yasaklar. Belki de bu yasakların etkisiyle olsa gerek yöre halkının geçim kaynağı balıkçılık ve turizm ile sınırlı kalmış.
Turizm ile bağlantılı balıkçılık önemli bir sektör ancak maalesef hala kalamar karides gibi ürünleri deep freeze ürünleri dışında taze yemeniz mümkün değil. Sorun değil taze kalamar karides yemeyelim ama burası böyle kalsın.
Kaleköy Kadınları
Gezmeye devam ediyoruz. Market ve diğer dükkanları genelde bayanlar işletiyor, kış boyunca el işi yapıp takılar, süsler, kumaşlar örüp yazın onları buraya çoğunlukla günübirlik gelen tatilcilere satıyor kışlık harçlıklarını çıkarıyorlar. Neredeyse beldenin tüm kadınları denizle bütünleşmiş.
Harika el sanatları var. Denizden çıkan her bir şeyi süsleme objelerine dönüştürmüşler ve satıyorlar. Ne hoş. Sabahları çok erkenden kalkıp elbiseleriyle yüzenleri görebiliyorsunuz. Her türlü tekneyi kullanabilen hatta kürek çeken kadınları görünce insan hakikaten şaşırıyor. Kekova’ya gelen tüm teknelere ürettikleri/pişirdikleri/
Buraya o kadar fazla sanatçı el atmış ki hepsi Kaleköy’ün bir tarafında kendi izlerini bırakmış. Sanatı bazen bir vatandaşımızda, bazen bir dükkânda, bazen bir duvarda hatta bazen de bir kömürlükte görebiliyorsunuz.
Bunları görünce de kendinizin ne kadar yaşam fakiri olduğunu fark ederek kendi kendinize acaba zengin olabilmek için bundan sonra burada mı yaşasam diyorsunuz. Şehirde yaşaya yaşaya ne kadar da huzur fakiri olmuşuz.
Kaleköy Adacıklar Bölgesi
Roma Dondurmacısı’na doğru ilerledik. Burası küçük bir Likya kıyı kenti özelliğini taşıyor. Tarihi M.Ö 4. yy.a kadar dayanıyor ve o tarihten beri iskan görmüş ve siz bu güzelliğe karşı dondurmanızı yiyebiliyorsunuz.
Adacıklar bölgesi köyün sağ uç noktasını oluşturuyor. Burası oldukça sığ ama kanoyla gelmeniz için ideal.
Adacıklar bölgesinin hemen uç noktasında bulunan iskeleden ise Kekova bölgesinin batı tarafında bulunan pansiyonlara servis yapılıyor.
Kaleköy Sokakları
Buradan yukarılara doğru ara yollardan tırmanmaya devam ettik. Kendi kendime düşünüyorum. İnsan buraya yalnız gitmemeli kesinlikle.
O sokaklardan geçerken eline gelen çiçekleri verebileceği, denize inen merdivenlerde elini tutabileceği biri olmalı yanında diye.
Kaleköy Çocukları
Çocuklara gelince o kadar azlar ki toplasanız beldede daimi olarak yaşayanların sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Hepsi huzur yorgunu gibi. Onlarda yaz boyunca harçlıklarını çıkarmak için kaleye çıkan yolları tutmuş beldeye gelip gidenlere bir şeyler satma telaşındalar.
Çünkü yaz bittiğinde ilköğretim seviyesinin üstünde olanlar diğer ilçelerdeki orta öğretim kurumlarında okuyabilmek için akrabalarının yanına gitmek zorunda.
Fotoğraf çektirmekten bıkmışlar. Sadece kendilerinden bir şeyler alanlara güzel pozlar veriyorlar. Almayanlarla ise fotoğraf çektirmiyorlar. Dönüşte desem de ikna olmadılar. Alışveriş işini sonraya bırakıp köyün soluna doğru devam ettik.
Karşımızda Kekova Adası. Ortada ise sanki koca bir havuz ve kano ile gezenler. Şu an bulunduğum bölge daha sonra en iyi gün doğumu fotoğraflarını alabileceğimi umduğum köyün en batı bölgesi.
Sağ sol derken şimdi de ortadan kaleye tırmanıyoruz. Simena Kalesi’ne sahilden dik bir patika yol ve de yer yer günümüze kadar gelen antik basamaklar ile ulaşılabiliyor. Sağlı sollu kadın satıcılar tüm kış boyunca yaptıkları çalışmalarını satıyorlar.
The I Am Here Cafe
Hem sıcak hem yorgunluk derken içimiz yandı. Tamamen rastlantısal bir şekilde daha sonra iki akşam müdavimi olacağımız The I Am Here Cafe’ye oturduk. Kaleye çıkarken hemen sağ tarafta göreceksiniz. Buranın en önemli özelliği ev yapımı dondurması ve içecek olarak sunulan portakal-nar suyu karışımı.
Kendi yaptıkları dondurmaları efsane. Yanında da muhabbet veriyorlar. İnanın iki gün içerisinde kaç çeşit dondurma yediğimi ya da kaç bardak portakal-nar suyu karışımı içtiğimi bilmiyorum. Ancak bu kadar güzelini yiyip içmediğimi çok iyi biliyorum.
İşleticisi Çanlardan Mustafa ÇAN. Kendisi dondurma yapımcısı. Eşiyle birlikte aklınıza bile gelmeyecek çeşitte dondurma yapıyorlar. Oğulları Mevlüt Çan ise onlara destek veriyor.
Dondurmanın en önemli özelliği keçi sütünden yapılmış olması. Sadece bilinen dondurma çeşitlerini değil şeftali, fındık, badem, nar, keçiboynuzu pekmezli gibi değişik tatları da bulabiliyorsunuz.
Mustafa Bey çok iyi bir dondurmacı ancak o kadar da iyi bir işletmeci. Söylediğine göre Algida’nın sahibi bile yaptığı dondurma çeşitlerini çok beğenmiş. İki gün boyunca tanışmanın dışında neredeyse her yerde onu izledik. İnanılmaz çalışkan ve inanılmaz samimi biri. Öyle ki sadece dondurma yapmıyor neredeyse her işi yapıyor.
İsim nereden geliyor diye sorduk. Hikâyesi şöyleymiş: kafenin önceki adı coşkunmuş. Bir gün yabancı bir ressam gelmiş kafeye, arkadaşları da yanına gelecekmiş ama kafe biraz yukarıda kaldığı için arkadaşlarına yukarıdan “I am here!” diye seslenmiş, bunu duyan Coşkun Amca da dükkânın adını değiştirmeye karar vermiş. Peki, “The” nereden geldi dedik, bilemediler. Dondurmaları doğal ama kendileri daha doğal. Sloganları da harika “MUTLULUĞU SATIN ALAMAZSINIZ AMA DONDURMAYI SATIN ALABİLİRSİNİZ.”
Mustafa Rahmi Koç İlköğretim Okulu
İşte kalenin hemen yanında bulunan Kaleköy’deki tek ilköğretim okulu. Bina Rahmi Koç tarafından şu anki haline getirilmiş.
Söylediklerine göre sadece 6 öğrencisi varmış. Öğretmen aynı anda farklı sınıflardaki tüm öğrencilere sınıflarına göre eğitim vermeye çalışıyormuş.
İçeri girmek istedim ancak yaz nedeniyle olacak okul kapalıydı. Bu nedenle çekimleri dışarıdan yaptım. Burası birinci derecede sit alanı. Çivi çakmak yasak. Böyle olunca beldenin okulu da buranın ortamına uygun yaptırılmış. Şirin mi şirin küçücük bir okul olmuş.
Kaleköy Nekropolu
Kaleye doğru çıkarken kaleye girmeden sağ taraftan devam ettik. Lahitler ve kaya mezarlarından oluşan geniş bir nekropole ulaştık.
Burada benim en çok dikkatimi çeken husus neredeyse tüm mezarların yanı başında zeytin ağacı olması. Sanırım o zamanlar zeytin ağaçları ile mezarlar arasında kutsal bir bağ kuruluyordu.
Bugünkü teknolojiyle bile yapılması zor olan mezarlar değişik konumlarda yapılandırılmış. Bu mezarların sırları kendilerinde saklı. Üzerlerindeki işlemeler, kendilerini diğerlerinden ayıran semboller bir şeyler anlatmak ister gibi. Daha önce okuduğum bazı kitaplardan öğrendiğime göre dönemi itibariyle herkes için ölümünden sonra böyle lahitler yapılmazmış.
Ayrıca, gördüğünüz lahitlerin yapımı en az bir yıl sürüyormuş. Sanırım o dönemlerdeki en istihdam sağlayan iş buydu. Tüm lahit ve kaya mezarlarına tek bir sahneden baktığınızda doğa ve tarihin koyun koyuna yattığı tüm Kekova’ya hâkim sıra dışı Likya medeniyeti ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
Geriye dönüp kaleye uğradık. Kekova bölgesi tarihte her zaman konumu ile stratejik nokta olma özelliği göstermiş. Bu özelliğinin en canlı kanıtı günümüze kadar gelen Simena Kalesi. Ancak ne kadar stratejik bir konumda da olsa tarih süreci içerisinde bir o kadar da romantik bir yer olduğu aşikar.
Bugün kaleyi gezmeyeceğim çünkü bunun için en doğru zaman akşam gün batımına yakın saatler. Etrafa şöyle bir bakıp tanıma amaçlı çevre turumuza son noktayı koyup dönüşe geçtik.
Bu kadar anlatımdan sonra Kaleköy’ü özetleyerek bu bölümü bitirmek istiyorum. Köyün 3 önemli bölgesi var. Batı tarafındaki adacıklar ve etrafı, tepesindeki Simena Kalesi ve doğu tarafındaki nekropol bölümü.
Yorulduk ve terliyiz. Aklımızda kendimizi sulara bırakmaktan başka bir şey yok. İkinci bölümde ilk günümüzün öğleden sonraki bölümünü anlatacağım. İkinci bölümde görüşmek üzere….
Diğer Antalya ya da Likya Yolu yazılarımıza da bakmayı unutmayın.