- Portofino Gezisi-Romantizmin Doruğu
- Roma’nın Arenası Kolezyum (Colosseo)
- Vatikan ve Castelgandolfo
- Milano’nun Çi Böreği: Panzerotti
- Pastel Binaları ile Ünlü Riomaggiore
- En Güzel Cinque Terre Köyü Vernazza
- Sciacchetrà’nın Vatanı Manarola
- Cinque Terre’nin Plajı Monterosso
- Como Gölü’nde Nerede Kalınır? ve Neden?
- Cinque Terre Gezisi
- Duomo di Milano, Dünya’nın Son Gotik Yapısı
- Rialto Köprüsü, Büyük Kanal’ın İncisi
- Levanto; Cinque Terre’nin Kapısı
- Portofino Komşusu Santa Margherita
- Ceneviz Başkenti Cenova Gezisi
- Sanremo; Sevr’in Hazırlandığı Yer
- İtalya’da Araba Kiralama
- Milano’da Ne Yenir, Nerede Yenir?
- Pietra Köprüsü Çevresinde Bir Gezi
- Venedik Deniz Taksileri
- Hem Venedik Maske Festivali Hem Floransa-Venedik Gezisi
- Venedik Ulaşım Sistemi
- Venedik’te Ne Yenir? Nerede Yenir?
- Venedik Büyük Kanal Turu
- San Marco Meydanı
- Fornace Venier Cam Fabrikası
- Murano Adası’nda Bir Gezi
- Lagün Adalarının En Küçüğü Mazzorbo Adası
- Burano Adası Gezimiz
- Venedik Gezisi Gondol ve Adalar Turu ile Öneriler | Venedik Gezi Rehberi
- Milano Ulaşım Sistemi
- Galleria Vittorio Emanuele II
- Aperitivo İçin Gidilen Yer Navigli
- Milano Sanat Merkezi Brera Gezisi
- Sforzesco Şatosu (Castello Sforzesco)
- Sempione Parkı (Parco Sempione)
- Leonardo da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi
- Moda, Sanat, Yemek ve Milano Gezisi
- Etna Yanardağı Gezim
- 10 Saatlik Kısa Roma Gezi Rehberi (Roma Yürüyüş Rotası)
- Cernobbio: Como Gölü’nde Huzurlu Bir Durak
- Bellagio, Dünya’nın En Güzel Yerlerinden Biri
- Varenna, Como Gölü’nün En Pitoresk Kasabası
- Balıkçı Adası Isola Superiore (dei pescatori)
- Como Gölü; Dünya’nın En Güzel Göllerinden Biri
- Borromeo Adalarının En Güzeli Isola Bella
- Maggiore Gölü; Lombardiya’nın Yazlık Sayfiyesi
- Garda Gölü, İtalya’nın En Büyük Gölü
- Günübirlik Sirmione Gezisi
- Romeo ve Juliet, Bir Verona Hikayesi
- Verona Gezisi, Gerçek Bir Roma Şehri
Bu seferki maceramız Hem Venedik Maske Festivali Hem Floransa-Venedik Gezisi.
Sevgili seyahat severler, yakınlarda farklı bir tur yapmayı düşünüyorsanız eğer, Şubat sonundaki Venedik Maske Festivali gerçekten muhteşem, kesinlikle tavsiye ederim.
Biz 3 arkadaş olarak hem rengarenk ve hareketli Venedik Maske Festivali’ne katılmak, hem de bu fırsat ile Floransa-Venedik Gezisi yapmak üzere planlama yapıp düştük yollara.
Floransa Yolculuğu
Gezimizi Venedik Maske Festivali’nde orada olacak şekilde İstanbul-Floransa-Venedik-İstanbul olarak planladık.
Ancak, Floransa direkt uçuşları çok pahalı olduğu için biraz kulağımızı tersten göstererek biletlerimizi İstanbul-Venedik-İstanbul olacak şekilde aldık ve İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Venedik Marco Polo Havaalanı (VCE)’na indik.
Floransa’ya ulaşım konusunda herhangi bir rezervasyon yapmamıştık. Trenle gitmeyi planlıyorduk ama evdeki hesap çarşıya uymadı tabii ki.
İkinci üçüncü sınıf vagonlar tamamen doluydu ve sadece Vip vagonlarda yer vardı. İtalya’nın pahalı olduğunu biliyorduk ama dakika bir gol bir oldu bu bize tam olarak.
Kişi başı 75 € ödeyerek Santa Lucia Tren İstasyonu’ndan hızlı trene bindik. Olan oldu bari keyfini çıkaralım deyip son derece konforlu vip vagonumuzda ödediğimiz parayı unutmaya çalışarak güzel güzel Floransa’ya gittik. Hava kararırken Floransa Santa Maria Novella Tren İstasyonu’na ulaştık.
Akşam olmuştu. Otelimiz Delle Nazione’nin Tren İstasyonu’nun tam karşısında olduğunu biliyorduk ve bulmamız hiç zor olmadı. Son derece temiz konforlu ve konumu açısından oldukça avantajlı bir oteldi. Oldukça yorgunduk ama karnımızda açtı.
Otele yerleştikten sonra karnımızı doyurmak için dışarı çıktık. Hemen arka sokakta geleneksel tam istediğimiz gibi bir İtalyan Restoranı bulduk. Ortam harikaydı. İtalya’nın meşhur çorbalarından (minestrone) sipariş verdik. Gerçekten çok lezzetliydi ve yorgunluğumuzu bir nebze almıştı. Pizzaları da oldukça başarılıydı. Biraz kendimize gelmiştik ve ertesi gün hiç görmediğimiz bir şehri keşfedeceğimiz için çok heyecanlıydık.
Floransa
Sabah oldu, kahvaltı tam bir sürprizdi. Kruvasan ve kahve beklerken klasik açık büfe kahvaltıyı görünce çok sevindik. Güzelce karnımızı doyurduk ve hemen Floransa’nın sanat kokan sokaklarına attık kendimizi.
Floransa, Kuzey İtalya’da Toskana bölgesinin başkenti. Arno Nehri’nin çevresinde kurulmuş yaklaşık 1 milyon nüfusa sahip önemli bir ticaret merkezi ve İtalyan Rönesansı’nın doğum yeri.
Leonardo da Vinci ve Michelangelo bu tarihi şehirde yetişmiş ünlü sanatçılardan.
-Ponte Vecchio Köprüsü
Yakın çevreyi yürüyerek dolaştıktan sonra otobüse binip önceden gitmeyi planladığımız yerlere gitmek istedik. İlk olarak Ponte Vecchio Köprüsü ve civarını görmek istedik.
Otobüsle tarihi binalarla dolu daracık sokaklardan geçerek gideceğimiz noktada indik. Muazzam, çok etkileyici bir atmosferle karşılaştık. Nereye bakacağımızı şaşırmıştık. Ressamlar, müzisyenler, sokak sanatçıları ve hemen yanı başımızda Ponte Vecchio Köprüsü… Köprünün üzerinde sağlı sollu kuyumcu dükkanları var. Oldukça kalabalık bir bölge. Biraz yürüyünce Michelangelo’nun en iyi 2 heykelinden ve Rönesans heykel sanatının baş yapıtı sayılan Davut Heykeli çıktı karşımıza.
-Michelangelo Meydanı
Bu hareketli ve kalabalık meydandan ayrılıp tekrar otobüse binip şehri panoramik görebileceğimiz tek nokta olan Michelangelo Meydanı’na gitmek istiyorduk.
Otobüs şoförleri ile konuşmak yasak olduğu için binerken orada inmek istediğimizi söyledik fakat şoför bizi indirmeyi unuttuğu için bindiğimiz noktaya geri döndük. Vardiyası biten şoför bir sonrakine bizi orada indirmesini tembih etti ve tekrar aynı yolu gittik.
Sanırım hava çok soğuk olduğu için öyle çok kalabalık bir meydan değildi. Manzara muhteşemdi ama donmuştuk tepede olduğumuz için. Fotoğraflarımızı çekip hemen ilk geçen otobüse binip şehir merkezine indik. Akşam yemeği için yine o arka sokaktaki geleneksel restorana gidip sıcacık nefis İtalyan çorbalarımızı içtik.
Pisa, San Gimignano ve Siena
Otele döndüğümüzde resepsiyondaki şehir turu broşürleri dikkatimizi çekti. Ertesi gün için kişi başı 80 € olan Pisa, San Gimignano ve Siena’nın dahil olduğu bir tur için rezervasyon yaptık. Buralara vesaitle gitmeye kalksak daha fazla para ve zaman harcamamız gerekirdi. O yüzden bu turu tercih ettik.
Sabah 07.45’te tren istasyonundaki 16 numaralı peronda buluşacağımızı söyledi resepsiyonist. Tam saatinde oradaydık fakat hiç kimse yoktu, biraz bekledik erken gelmiş olabiliriz belki diye ama bir taraftan endişelendik de. 10 dakika geçti hâlâ kimse gelmedi. Bu defa ciddi anlamda panikledik ve her birimiz ayrı yönlere koşmaya başladık. Paramızı peşin ödemiştik.
Turu kaçırırsak içimize otururdu. Hızla yakınlardaki bir büfeye koştum ve tur broşürümüzü göstererek durumu izah ettim. Çok şükür bizi doğru noktaya yönlendirdi. Meğer onlar hep istasyondaki eczanenin önünde buluşurlarmış. Son sürat oraya doğru koşmaya başladık.
Gerçekten de herkes oradaydı sadece biz eksiktik. Bir dakika daha geciksek gideceklermiş. Daha ilk dakikada turdaki tek Türkler olarak kötü puan alarak mimlendik. Oysa ki hiçbir suçumuz yoktu ve resepsiyonisti bir kaşık suda boğabilirdik bize bu durumu yaşattığı için. Otobüs biraz uzaktaydı. Derin bir nefes alıp grubun peşine takıldık.
-Pisa
İlk durak yaklaşık 1 saat mesafedeki Pisa idi. Yine epeyce uzak bir noktaya park etti otobüs. 15 dakika yürüyerek Pisa Meydanı’na ulaştık. Rehber serbest zaman verdi ve dağıldık. Karşımızda eğik Pisa kulesi, Pisa Katedrali ve Vaftizhanesi duruyordu.
Bu bölgenin adı Piazza Del Duomo bölgesi ve 1987 den beri UNESCO dünya mirası listesinde yer alıyor. Galileo’da bu şehirde doğmuş ve şehir onun adını taşıyan bir havaalanına sahip.
Pisa Kulesi bir çan kulesi ve mimarı tam olarak bilinmiyor. Yıllar boyunca yumuşak zemin yapısı nedeniyle eğikleşen kulenin 300 yıl kadar daha dayanabileceği söyleniyor. Şu meşhur Pisa Kulesi pozlarımızı verip fotoğraflarımızı çektikten sonra vakit yaklaştığı için buluşma noktasına gittik.
Yine kimse yoktu. Erken geldik tabi gelirler birazdan diye beklerken gelen giden yoktu. Şaka gibi bir gündü. Onları kaçırdığımızı düşünüp yine deli gibi koşmaya başladık ama bu kez hiç bilmediğimiz bir bölgedeydik. Kaybolduk ve iyice panikledik. Tekrar Pisa’ya doğru koşmaya başladık belki yolda onları görebiliriz diye. Ve evet öyle de oldu rehberimizi göremedik ama grubun peşine çaktırmadan takılıp yürümeye başladık.
Otobüse bindik ama rehber hâlâ yoktu. Meğer o da Pisa Meydanı’nda isimlerimizi bağıra bağıra bizi arıyormuş. 10 dakika sonra rehber otobüse geldi ve bizi görünce şok oldu. Resmen çocuğun başına bela olmuştuk. Artık sinirlerimiz bozuldu ve gülmeye başladık. Ama yine hiçbir suçumuz yoktu herkesten önce buluşma noktasındaydık oysa ki…
-Şarap Evi
İkinci durak şaraplarıyla dünyada ün yapmış Toskana bölgesinde bir şarap eviydi. Bölge doğasının güzelliği içinde çok keyifli bir yoldu. Şarap evi babadan oğula işletilen, taş yapılardan oluşan geleneksel bir yapıya sahip çok hoş bir mekandı.
Burada birbirinden lezzetli şarapların tadına baktık ve öğle yemeği olarak biz domuz eti ile yapılmış bolonez soslu spagettiden yemeyince bize özel çeşitli soslarla hazırlanmış kızarmış ekmekli peynir tabakları servis edildi. Spagetti kadar doyurucu olmasa da gayet lezzetliydi. Bu güzel şarap meze keyfinden sonra son noktamız olan Siena’ya doğru yola çıktık.
-San Gimignano
Pisa’dan sonraki ikinci durağımız, harika bir Ortaçağ kasabası olan San Gimignano. Kasaba, yine İtalya’nın Toskana bölgesinde bulunuyor.
Etrafı surlarla çevrili ve günümüze kadar çok iyi korunmuş bir bölge. Otobüs kasabanın dışındaki ücretsiz park yerlerinden birinde durdu. Bir saat serbest zamanımız olduğu için çok hızlı dolaşmak zorundaydık. Araç trafiğine kapalı olan kasabaya daha girmeden etkilendik.
Surlardan yürüyerek geçerek içeri girdik. Tarihi dokunun böylesine güzel korunmuş olması inanılır gibi değildi. O yüzyıllara geri dönmüş gibi hissettiriyor insana. Ortaçağın Manhattan’ı deniyor kasabaya. Burası da tabii ki UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
Surlarla çevrili kasabanın diğer bir özelliği ise kuleleri. Savaşlar, afetler vs. gibi nedenlerle çoğu yıkılmış, ancak 14 tanesi sağlam kalabilmiş. Bu kuleler sayesinde kasaba Güzel Kuleler Kasabası olarak da biliniyor.
Meydanda bulunan Duomo Kilisesi 1148 tarihinde Papa tarafından kutsanmış ve aynı zamanda sanat müzesi olan önemli bir kilise. Kasabada konaklama imkanı da var. Fotoğraflarda gördüğünüz Torre Grossa 14. yy.dan bugüne kadar kalmış 14 kuleden biri.
San Gimignano 1300 Müzesi
San Gimignano’nun en gözde turistik etkinliğinin olduğu yer ise San Gimignano 1300 Müzesi. Müzenin amacı ünlü sanatçıların yapmış olduğu eserlerle şehrin 700 yıl önceki halini olduğu gibi göstermek. Bu tarihi ve muhteşem güzellikteki kasabadan hiç ayrılmak istemesek de en kısa zamanda tekrar gelmeyi ümit ederek ve o nefis şaraplarından alarak otobüse gittik. Bu arada şişe şarap fiyatları gayet uygundu. (5 €)
-Siena
Siena, Orta İtalya’da Toskana bölgesinde yine UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış tarihi dokusuyla oldukça etkileyici bir şehir. En çok turist yoğunluğu buradaydı. Ortaçağın bütün atmosferini öylece yansıtan şehrin sokaklarında hayranlıkla yürümeye başladık.
At yarışı festivali ile ünlü Piazza Del Campo Meydanı’na ulaştık. 13.yy da burası açık hava pazar yeri olarak kullanılıyormuş. Günümüzde ise 02 Temmuz-16 ağustos tarihleri arasında düzenlenen Palio Festivali olarak bilinen at yarışları bu meydanda başlıyor ve şehrin daracık sokaklarında devam ediyormuş.
Bu dönemde şehir turist akınına uğruyormuş. Meydanda çok şirin turistik kafeler mevcut. Rehberimiz serbest zaman verdi yine bizi kaybetmekten endişe ederek J. meydanda çok yoğun hareketlilik ve muazzam bir ortaçağ mimarisinin içinde çok keyifli vakit geçirebilirsiniz. Tabii ki oldukça pahalı bir yer burası.
Yine yürüyüş mesafesinde İtalya’nın en büyük katedrallerinden biri olan Duomo Katedrali’ni görebilirsiniz. Meydandan uzaklaştıkça yukarı taraflardaki kafelerde fiyatlar daha uygun. Buluşma noktamızın olduğu alandaki bir mekanda oturup birer tatlı ve yorgunluk kahvesi ile biraz soluklandık.
Rehberimiz bizi orada gördüğüne çok mutlu oldu ve ohhh buradasınız dedi gülerek. Hava kararmıştı ve Floransa’ya döndük. Yine bizim arka sokaktaki şirin restoranda karnımızı güzelce doyurup sempatik personel ile vedalaştık. Floransa’nın tarih ve sanat kokan havasını solumak ruhlarımızı o çağlara yolculuğa çıkardı 3 gün boyunca.
Venedik Yolculuğu
Dördüncü günümüzde Venedik için bir gün önceden biletlerini aldığımız (Kişi başı 18 €) hızlı trenle 2 saat 15 dakikalık yolculuktan sonra Santa Lucia Tren İstasyonu’nda indik. Şehrin acemisi olduğumuz için otelimize vaparetto ile gitmek yerine yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş sonrası kaldığımız bölgenin ve durağın adını taşıyan Hotel Alle Guglie’yi bulabildik.
Booking.com’dan epeyce inceleyip bulunduğu bölgeyi çok beğendiğim için bu oteli seçtim. Gerçekten tam da resimlerde gördüğümüzün aynısı ile karşılaşınca çok mutlu olduk.
Tam bir klasik İtalyan mahallesiydi. Sokak tezgahları, publar, kafeler, restoranlar, hediyelik eşya dükkanları ve iskeleye çok yakın olması ile harika bir konumdaydı. Otelimiz uygun fiyatlı ve caddeye bakan odaları ile gayet sıcak ve rahattı. 3 gece için toplam 2100 TL (2017) ödemiştik 3 kişi için. Tabii ki rezervasyonları da çok önceden yapmıştık.
Not: Venedik Ulaşım Sistemi ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız.
Venedik
Çok çok heyecanlıydık özellikle de Venedik Maske Festivali zamanı bu büyülü ve romantik su şehrinde bulunmaktan. Otelimize yerleşir yerleşmez sokaklara attık kendimizi.
Venedik’ten genel olarak bahsedecek olursak Kuzeydoğu İtalya’da birbirine köprülerle bağlanan 118 ada üzerine kurulmuş bir şehir.
Venetian Lagoon bataklığında, Po ve Piave Nehirlerinin deltaları arasında kurulmuş, Dünya Mirasları Listesinde yer alan, Adriyatik’in Kraliçesi, Sular Şehri, Kanallar Şehri ve Maskelerin Şehri olarak da adlandırılan dünyanın görülmeye değer en romantik şehirlerinden biri Venedik…
Floransa’daki onca kaybolma maceramızdan sonra Venedik’te kaybolmamız kaçınılmaz gibi görünüyordu J Yürümeye başladığımız anda bunu anladık. Çünkü bütün köprüler ve sokaklar birbirinin aynısıydı. Birbirimize bakıp kesin kaybolacağız ama yapacak bir şey yok macera başlasın dedik kahkahalarla gülerek.
Rüya gibi bu şehrin sokaklarında yürümek bizi bizden aldı. Vızır vızır işleyen deniz trafiği, son derece şık ve lüks mağazalar, muhteşem kostümlerle dolaşan maskeliler, nefis yemek kokuları ve festival coşkusu içinde kendimizi kaybettik. Rüya gibiydi. Tabelaları takip ederek şehrin en büyük meydanı San Marco Meydanı‘na ulaştık. Yarım saatlik bir yürüme mesafesindeydi.
Meydanda Bizans Mimarisinin en iyi örneklerinden biri olan San Marco Bazilikası gotik mimarisi ile bütün ihtişamıyla sizi karşılayacak.
Ve yine Venedik Dükalarının köşkü olan Palazzo Dücale Sarayı’nı ve yine Aziz Mark’ın Çan Kulesi’ni göreceksiniz meydanda.
Meydan ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız.
Venedik Maske Festivali
Maske kullanımının tarihi 13. yy.a dayanıyor. O dönemlerde şehri kırıp geçiren veba salgını yüzünden halk yaraları görünmesin diye maskeler takıp uzun kıyafetler giymeye başlamış ve zaman içinde şehirle maskeler bütünleşmiş.
Yüzyıllar geçse de maskelerdeki vebayı anlatan hüzünlü ifade değişmemiş. Hatta uzun gaga şeklinde olan maskeler Veba maskesi denilen vebayı simgeleyen maskelermiş. Zaman içerisinde bu hüzünlü olay Venedik Maske Festivali olarak anılmaya devam etmiş ve günümüze kadar gelmiş.
Festivalin bitiş günü dini takvime göre her yıl aynı gün olan Salı günü. Bitiş günü sabit ve hiç değişmiyor. Ve en coşkulu günü son günü olurmuş.
Festivali görmek için San Marco Meydanı’na gidiyoruz. Biz de hemen havaya girip kendimize birer maske aldık. Maske fiyatları çok değişken tabi. 2 €’dan başlayıp 50 €’ya kadar yükselebiliyor.
Meydan tam bir karnaval yeri gibi. Rengarenk, çeşit çeşit son derece özenle hazırlanmış kostümlerini giyenler gün boyu meydandaki podyumda yürüyerek en iyi kostüm yarışmasına katılıyor.
Festivalin sonunda bir tanesi birincilik kazanıyor. Bangır bangır müzikle çınlayan meydandaki coşku ve kalabalık görülmeye değer.
Ama yine de sıcak dükkanlarda birkaç dakika ısınıp yine o muhteşem coşkunun içine atmak istiyorduk hep kendimizi.
Ama mevsim itibarı ile dondurucu bir soğuk var aynı zamanda. Hayatımda hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum.
Akşam oldu ve karnımız çok acıktı. Bütçemize uygun birşeyler aradık. Uygun fiyatlı restoranlar da vardı neyse ki. Kişi başı 15 €’ya birer spagetti yedik ve çok güzeldi. Nasıl olsa ertesi gün boyunca Venedik’te olacağımız için artık otelimize dönüp ısınmak ve uyumak istedik.
Ama tabii ki tam da tahmin ettiğimiz gibi kaybolduk. Karanlıkta oteli bulmamıza imkan yoktu. Bütün sokaklar ve köprüler aynıydı. Nerdeyse bütün Venedik’i yürümüşüz. Soğuktan ve yorgunluktan yığılmak üzereydik üçümüzde. Sora sora sonunda bulabildik. Ama gece olmuştu.
Venedikte İkinci Gün
İkinci günümüzde kahvaltı çok güzeldi. Çeşit çeşit lezzetli hamur işleri de vardı. Artık Venedik’i turlayabilirdik. Ama bu defa dönüşte kaybolmamak için meydana gidene kadar videolar ve fotoğraflar çektim her bir sokağı ve tabelaları gösteren.
Dönüşü garantiye almanın rahatlığıyla şehrin tüm romantizminin keyfini çıkarıyorduk. Sabahın 6 sından itibaren en gösterişli kostümlerini giyenler kalabalık basmadan meydanda fotoğraf çekimi için toplanıyorlar.
Muhteşem bir görsellik hakim tüm şehirde. Nereye bakacağımızı şaşırdık. Fotoğraf anlamında şehrin her metrekaresinde harika görseller yakalıyorduk. Ellerimiz donuyordu ama kendimizi alamıyorduk çekim yapmaktan. Bu arada bütün dükkanları da dolaştık tabi.
Gün boyu şehrin keyfini çıkarırken bir taraftan da ertesi gün gideceğimiz Burano Murano adalarına nasıl gideceğimizi araştırdık. Artık otel yolumuzu ezberlemiştik soğuk yüzünden arada bir otele gidip ısınıp dinlenerek günü keyifle geçirdik. Fotoğraf amaçlı gitmiştik ama öyle heyecanlı enstantaneler yaşadık ki bazen çekim bile yapamadık heyecandan J
Akşam üzeri otelimizin o sevimli cıvıl cıvıl sokağında köşe başındaki bir pub da İtalyanların genellikle iş çıkışı biraz gevşemek için içtikleri yerel içkileri olan Aperol takıldı gözümüze. Herkes bunu içiyordu. Turuncu rengiyle çok hoş görünüyordu. Şarap, soda ve Aperolu karıştırarak bir kokteyl yapıyorlar ve o şekilde içiliyor. Bizde çok beğendik ve Türkiye ye dönüşte freeshoptan birer tane aldık.
Gece tekrar meydanın ışıklar içindeki müthiş görselliğini ve eğlencesini kaçırmamak için meydana indik. Müthiş coşkulu kalabalığa karışıp onlarla birlikte dans ettik. Ertesi gün Burano Adası’nın rengarenk evlerini göreceğimiz için çok heyecanlıydık ve geç olmadan otelimize döndük.
Murano ve Burano Adalarına Yolculuk
Sabah ilk iş olarak 24 saat boyunca kullanabileceğimiz kişi başı 18 € olan günlük biletlerden aldık. Çoklu binişler yapacağımız için böylesi daha ekonomik oldu.
Burano’ya gidebilmek için önce otelimizin hemen yanında bulunan Alle Guglie Vaporetto’ya binerek San Marco’ya gittik. Ama adalara geçmeden önce festivalin son günü en gösterişli törenlerin yapıldığı gün olduğu için önce bu seremoniye katıldık.
Papanın da katıldığı resmi geçit töreni muhteşemdi. Göz kamaştırıcı Ortaçağ elbiseleri giymiş yaklaşık 100 kişilik ekip marşlar eşliğinde yürüdüler. Son derece özenle ve titizlikle hazırlanmalarına hayran kalmıştık.
Bu ihtişamlı törenden sonra meydanın hemen önündeki S. Zaccaria durağından 4.2 numaralı Vaporetto ya bindik. 45 dakika sürüyor yolculuk. Giderken Venedik yakınlarında yeşil bir ada gördük. Burası ölülerin gömüldüğü San Michele Mezarlığı’ymış. Ölülerin buraya gömülmesine Napolyon karar vermiş. Her 10 yılda bir yer açmak için eski kemikler yakılıyormuş.
Murano Adası
İlk olarak Murano Adası‘na yanaştık. Ada cam işçiliği ile ünlü bir ada. 1291 den sonra Venedik’teki tüm cam ocaklarını yangın çıkma tehlikesine karşı önlem olarak Murano Adası’na taşımışlar.
Roma döneminde ise balık tutmak ve tuz çıkarmak için kullanılan ticari bir noktaymış Murano. 8 kanal ile birbirine bağlanan 7 adadan oluşuyor . En önemli yeri kilisenin ve saat kulesinin bulunduğu meydanı. Adanın sokaklarında yürümek çok keyifliydi.
Rengarenk boyanmış evleri masal kitaplarındaki gibiydi. Bir anda enerjimiz yükseldi. Son derece lüks cam mağazaları gözlerimizi kamaştırdı. Ama alınacak gibi değildi çok pahalıydı her şey.
Bol bol fotoğraf çektik. Sahilde sıra sıra deniz ürünleri restoranları var. Fiyatları da gayet uygun. 10-15 € ya rahatlıkla karnınızı doyurabilirsiniz. Öğle yemeğini bir sonraki ada olan Burano Adası’nda yemeye karar verdik. Nede olsa her iki adada da bol bol deniz ürünü vardı. Bu sevimli adadan ayrılıp Burano Adası’na geçtik.
Not: Ada ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız.
Burano Adası
Burano Adası da harika görünüyordu. Sanki gerçek değilmiş gibi hissettiriyor insana. Maket evler yerleştirilmiş bir film stüdyosuna benziyordu.
Aynı renkten bir tane daha yoktu. Meğer burada her bir evin rengine belediye karar veriyormuş ve özel izinle her sokak için belirlenen renklere göre boyanıyormuş evler.
Kanallardaki kayıklar ve teknelerde tıpkı evler gibi rengarenkti. Bununla ilgili bir hikaye duydum çok ilginç geldi.
Eskiden balıkçılar tekneleri ile evlerini aynı renge boyarlarmış ki başlarına bir şey gelirse bulan kişi hangi evin kapısını çalacağını bilsin diyeymiş.
Burano halkı geçimini dantel işleri, balıkçılık ve hediyelik eşya satışı ile sağlıyor. Muranodaki camlar gibi buradaki danteller de oldukça pahalı. Yine hiçbir şey almadan sadece baktık tabii ki.
Sokaklarda renklerle coşarken karnımız acıktı ve sahile indik tekrar. Kalamar söyledik kendimize (13 €). Öyle büyük porsiyonlar geldi ki yarısını da martılara yedirdik. Havada kalamar yakalayan martı pozları da çekmeyi ihmal etmedik tabii ki J
Hava çok soğuk olmasına rağmen iştah açıcı dondurma vitrinlerini gördükçe dayanamayıp aldık. Tam bir hayal kırıklığı yaşadık ne yazık ki. O andan itibaren bir daha hiçbir Avrupa ülkesinde dondurma yememeye karar verdim. Külahta krem şanti yemek gibi bir şey yani çok kötü.
Burano Meydanı adanın güneyinde kalıyor. Burada Scuola Del Merletto Dantel Okulunu ve yanındaki müzeyi gezebilirsiniz. Müzede orijinal danteller sergileniyor. Giriş 5 €, öğrenci ve çocuklara ise 3.5 €. Venedik’teki bir günümüz daha böyle geçti. Akşam yine otelimizin sokağındaki pubda Aperollerimizi yudumladık keyifle.
Not: Ada ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız.
Rialto Köprüsü
Ertesi gün sabah erkenden kalkıp son fotoğraf çekimlerimizi yapacağımız birkaç noktaya gitmeyi planlamıştık. Günlük bilet süremiz dolmadan deniz yoluyla daha seri hareket edebildik.
Önce Venedik’in en eski ve ünlü köprüsü olan Rialto Köprüsü’nü fotoğrafladık. Üzerinde dükkanlar olan 157 m uzunluğunda çok güzel bir köprüydü gerçekten. Köprü ile ilgili daha detaylı bilgi ve fotoğraflar için tıklayınız.
Not: Köprü ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız. Büyük Kanal ile ilgili ayrıntılı yazımız için tıklayınız.
Ahlar Köprüsü
Son olarak çekmek istediğimiz yer ise İtalyanca adı Ponte Dei Sospiri olan AHLAR KÖPRÜSÜ.
1603 te yapımı tamamlanan beyaz kireç taşından yapılmış köprüden o dönemlerde ağır mahkumlar yargılandıktan sonra cezaevine gitmek üzere götürülürken her tarafı kapalı tünel şeklindeki köprünün ufacık penceresinden son kez gördükleri Venedik e bakıp iç çekerlermiş.
O yüzden adı bu olmuş. Çünkü hapse giren hiçbir mahkum sağ çıkamamış oradan. Hapisten bir kişi dışında kaçan da olmamış. O kişi de herkesin bildiği Casanova imiş. Bu insanın içine hüzün veren köprüden ayrılıp otelimize yine deniz yolu ile hızlıca döndük.
İstanbul’a Dönüş
Artık Marco Polo’ya gitme vakti gelmişti. Otelimiz durağın yanında olduğu için havaalanına gidişimiz çok rahat oldu. Kişi başı 15 € ödeyerek 20 dakikada Marco Polo Havaalanı’na vardık. Tüm dünyadan akın akın turistin geldiği bir havaalanı nasıl olur da bu kadar küçük olur anlayamadık doğrusu.
İtalya’nın bu 2 güzel şehri ve Venedik Maske Festivali hakkında benim anlatacaklarım bu kadar sevgili seyahat sever dostlar. Hepinize bol gezmeli sağlıklı zamanlar diliyorum.
Venedik ile ilgili diğer yazılarımız için Venedik gezi Rehberi‘ne, bölgesel planlama yapıyorsanız Veneto Gezi Rehberi‘ne bakmayı unutmayın. Sevgi ile kalın.