Merhaba sevgili seyahat sever dostlar, bugünkü yazımın konusu 3 Günde Yaptığımız Makedonya Gezisi.
Malum içinde bulunduğumuz pandemi süreci yüzünden yurt dışı seyahatlerimize bir süre ara vermek zorunda kaldık. Her şey yoluna girdiğinde yakın rotalardan başlamak isterseniz , Makedonya sizler için güzel bir tercih olabilir.
Genellikle bireysel seyahat etmeyi tercih ederim fakat 2018 de bir seyahat grubu ile gitmiştim. Oldukça yorucu bir turdu. Makedonya deyince uzun ve sıkıcı otobüs yolculuğu hafızamda ağır bastığı için oturup bir türlü yazacak enerjiyi bulamadım kendimde.
Fakat bölgenin çok çok güzel tanıtmaya değer yerlerini de anlatmadan olmazdı.
Makedonya, Kuzeyde Sırbistan ve Kosova, Batıda Arnavutluk, Güneyde Yunanistan ve Doğuda Bulgaristan ile komşu olan bir Balkan ülkesi. 1991 yılında Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş bir Cumhuriyet. Bir çok etnik gruptan oluşan ülke nüfusunun çoğunluğu Makedon, Arnavut ve sırasıyla Türkler, Çingeneler ve Sırplardan oluşuyor. Konumu nedeni ile birçok medeniyetin geçiş noktası olmuş. (Roma, Bizans, Osmanlı).
Otobüs ile İstanbul dan hareket ile sabah saatlerinde önce Selanik’e uğrayıp panaromik şehir turunun ardından Ulu Önderimiz Atatürk ün evini ziyaret ettik. Kısa bir öğle yemeği molasından sonra en çok merak ettiğim Ohrid’e devam ediyoruz.
Makedonya Gezisi
Bitola (Manastır)
Güzergah üzerindeki ilk durağımız Atatürk ün eğitiminin bir bölümünü tamamladığı şehir olan Bitola diğer adı ile Manastır şehri oldu. Burada turumuzun en duygusal anlarını yaşadık tabii ki.
Atatürk, Askerî İdadi Mektebi’ni burada bitirmiş. Atatürk Müzesi’ni dolaşıp Ona ait bazı özel eşyalarını yakından görmek, Atamızın ruhunu hissetmek çok çok güzel ve tarifsiz duygularla bizi oradan uğurladı.
Sonrasında Atatürk ün büyük aşkı Elen in evine gidip çok hoş ve hüzünlü aşk hikayelerini dinleyip hayallere daldık. Ve güneş saatini, 16. yy.dan kalma Yeni Camii, Bedesteni ve Hamidiye Medresesini ziyaret edip yolumuza devam ettik.
Ohrid
Çoğunluğu otobüste geçen seyahatimizin ikinci akşamına gelmişiz bile. Neyse ki Ohrid teki otelimiz masmavi gölün tam kıyısında güzel konumdaydı.
Eşyalarımızı bırakıp bizim için rezervasyon yapılan müzikli bir mekanda yemek yemeye gidiyoruz. Ohrid liler eğlenceye pek düşkünmüş. Mekana gidince bunu daha iyi anladım. Gece boyunca hiç oturmadılar. Yemekli bir restoran olduğu halde durmadan oynadılar …
Yemek seçenekleri fena değildi ama ben yöreye özgü gölden çıkan balıklardan yana kullandım tercihimi. Gayet lezzetliydi.
Bu kadar yorgunluğun ardından otele gidip uyumak çok iyi gelecekti. Aylardan Nisan olduğu için hava hâlâ akşamları soğuktu ve dolayısıyla otel odaları da soğuktu. Tabi ben hemen koşar adım resepsiyona geri indim o soğuk odada uyuyamam diye klima neden çalışmıyor öğrenmek istedim. Aldığım cevapla akıl tutulması yaşadım.
Neymiş efendim henüz sezon açılmadığı için klimaları kullanamazmışız. Yani sadece yaz aylarında kullanabiliyoruz , kışın giderseniz donarsınız. Bölge insanı o kadar vizyonsuz ve geride kalmış ki işletmecilikle uzak yakın alakaları yok ama para da kazanmak istiyorlar inatla.
Ben tabi o yol yorgunluğu ile odama geri dönüp donarak uyumaya çalıştım. Hatta telefonumun kumanda özelliğini bile denedim ama öyle garip bir marka idi ki hiçbir şifre uymadı.
Ertesi sabah kahvaltının ardından bu güzel sevimli kentin keyfini çıkaracağım için çok mutluydum. O sonsuz mavi gölün yanı başında uyanıp gün doğumu fotoğrafları çekmek iyi gelmişti.
Şehir merkezinde görülecek çok şey var eğer vaktiniz bolsa hepsini görebilirsiniz. Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için çarşı turu, Ayasofya Kilisesi, Antik Tiyatro, İmaret Camii (şu anda Plaoşnik Kilises ) ve tekne turu (Kişi başı 15 €) ile yetinmek zorunda kaldık.
Ohridlilerin “ Tanrı cenneti çamurdan yaparken bir parça kopup Ohrid’in üzerine düşmüş “ dedikleri şehirleri, en eski ve en derin krater gölü olan Ohrid Gölü kıyısında kurulmuş, Balkanların en güzel şehirlerinden biridir.
Arnavut ve Makedonların yanında çok sayıda Türk de yaşıyor. Makedonya’nın en büyük sekizinci kentidir.
Göl, 3 milyon yıllık bir geçmişe sahip, dünyanın en berrak suyuna sahip dört gölünden biri. Dünyaca ünlü Ohrid incileri, gölden çıkan Paşita adında bir alabalığın pullarından, bayağı zorlu geleneksel bir imalat çalışması ile elde ediliyor. Çarşı içinde bolca bulmanız mümkün.
Tekne turu ile etrafı dağlarla çevrili doğa harikası gölün tadını çıkarabilirsiniz. Unesco Dünya Mirası Listesi’nde olan şehir yürüyerek dolaşılabilen, hisarları, kiliseleri, manastırları, eski camileri, tarihi antik şehirleri ve arnavut kaldırımlı dar , sevimli sokakları ve karakteristik evleri ile görülmeye değer.
Bu arada bölgeye has tatlılardan biri olan çoğumuzun bildiği, sevdiği Trileçe tatlısını kesinlikle yerinde yemenizi öneririm. Ayrıca şarapları da çok ucuz ve güzel.
Tetova (Kalkandelen)
Bu hoş şehirden öğle yemeği sonrası ayrılıp Üsküp e doğru yola çıktık.
İlk durağımız Tetova (Kalkandelen). Burada gördüğüm ve hafızamda sağlam yer eden en önemli şey, şehrin simgesi haline gelen 1438 de iki kız kardeş tarafından inşa ettirilen Alaca Camii oldu. Mimar İshak Bey tarafından inşa edilen cami, Osmanlı kadınının zarafetini yansıtır gibi eşsiz boyamalar ve süslemelerle bezenmiş.
Hayatımda ilk kez bu kadar sıra dışı bir cami görmüştüm. Kalem işi boya sırlarının korunması için 30 bin kadar yumurta kullanılmış. Camiyi diğer Osmanlı camilerinden ayıran en önemli farkı, bir dış kubbesi olmayışı.
Pena Irmağı’nın hemen yanında kurulan caminin avlusundaki sekiz köşeli türbesinde iki kız kardeş yatıyor. Kadın elinin değdiği her şeyde mutlaka bir estetik, güzellik ve fark oluşunun gururu ile şehirden ayrılıyorum.
Matka Kanyonu
İkinci durağımız, bir doğa tutkunu olarak en çok görmek istediğim yer olan Matka Kanyonu oldu. Üsküp’ün hemen batısında ve şehre çok uzak olmayan kanyon 500 hektarlık bir alanı kaplıyor.
Araçlarla belli bir yere kadar gidip sonrasında birkaç km lik yürüyüş parkuru ile kanyonu dolaşabilirsiniz. İçerisinde birkaç manastır ve uzunlukları 20 ile 176 m arasında değişen 10 mağara bulunuyor.
Vreko Mağarası, Doğanın Yedi Harikası Projesi’nde en iyi 77 doğa alanı içerisinde yer almakta.
Kanyonda ayrıca her ikisi de 35 m derinliğe ulaşan 2 dikey çukur mevcut. Aktivite olarak ise tırmanma, balık tutma, kano, yüzme vs. yapabiliyorsunuz.
En eski yapay göl olan Matka da pek çok endemik bitki ve hayvan türü yaşamını sürdürüyor. Özellikle kelebek tutkunları için tavsiye edebileceğim yerlerden biri. 70 küsür endemik kelebek türü mevcut.
Mağaralarda ise yarasa popülasyonu yaşıyor. Hiç yorucu olmayan gayet kısa yürüyüş yollarından geçerken hafızanıza harika görsel anılar kazınacak ve bu eşsiz doğa manzarasını unutamayacaksınız.
Üsküp
Akşam saatlerine yakın Üsküp’e varıyoruz. Tezatlar şehri olarak anılması boşuna değilmiş. Çok eski tarih ile sonradan yapılan ve hiç bir anlam ifade etmeyen saçma sapan heykeller tam bir karmaşa yaratmış şehirde.
Gözünüzün görebildiği her yer garip heykellerle dolu. Hükumet biraz şaşalı görünme işini abartmış gibi. Öyle çok ışıklandırma yapılmış ki gece ile gündüz arasında neredeyse fark yok.
Üsküp, Vardar Nehri kıyısına kurulmuş. Tarihi taş köprüleri, taş sokakları, Başçarşısı, Makedonya Meydanı, Camileri, saat kulesi, Rahibe Teresa Anıtı vs gibi birçok esere sahip güzel bir şehir.
Başçarşı tarih boyunca ve günümüzde önemini yitirmemiş tarihi binaları ve taş sokakları bilinen eski bir bölge.
6. yy.dan kalma eski taş köprüyü ise yenilerinden çok kolay ayırt edebilirsiniz. Zira ulaşımı kolaylaştırmak için eskiye ilave olarak bir çok yeni köprü yapılmış.
Yine şehrin simgelerinden biri olan Rahibe Teresa Evi de görülecek yerler arasında. Rahibe Teresa (Gonca Boyacı)’nın yüzüncü doğum gününde bir anma evi olarak 2010 da inşa edilen bu ev, doğduğu evin yenilenmiş hali. Arnavut kökenli olan Teresa dünyada iz bırakan çok önemli insan hakları aktivistlerinden biri.
Hareketli Üsküp sokaklarında epeyce dolaşıp bol bol fotoğraf çekecek malzeme bulduk. Yemek içmek oldukça hesaplı ve lezzetliydi. Özellikle et yemenizi tavsiye ederim. Kişi başı 15 € ücret ödeyerek rahatlıkla doyabilirsiniz.
Oldukça hareketli ve yoğun bir gün olmuştu ama yine de bu kadar bol ışıklandırılmış bina bulmuşken gece çekimi yapmadan otele gidemezdim. Aslında gecesi gündüzünden daha güzel bu şehrin.
Meclis, Hükumet Binası, Meydanı, Arkeoloji Müzesi gibi birçok yapı ışıl ışıl çok hoş görünüyor geceleri. Bu arada çok modern ve keyifli, şık eğlence mekanları, barlar ve pub tarzı mekanlar da oldukça fazla.
Sofya
4. gün sabah kahvaltı sonrası Bulgaristan’a doğru yola çıktık. Yaklaşık 4 saatlik yolculuktan sonra başkent Sofya’ya varıyoruz.
Sofya’da Bulgaristan kadar eski ve köklü bir geçmişe sahip. Tarihi geçmişi binlerce yıl öncesine dayandığı için uzun yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış çok önemli bir şehir.
Yine hızlı bir şehir turu gerçekleştirip St. Nedelya Kilisesi, Rus Kilisesi, Ayasofya Kilisesi, Aleksander Nevski Katedrali, Başbakanlık, Parlamento, Sofya Üniversitesi, NDK Ulusal Kültür Sarayı gibi önemli yapıları gördükten sonra çarşı içinde biraz alışveriş ve yemek molası verip bu defa Plovdiv’e hareket ediyoruz.
Plovdiv
Akşam saatlerinde Plovdiv’e vardık. Bu tarihi şehirde de Bizans, Yunan ve Osmanlı izlerini çokça görebiliyoruz. Yine oldukça hızlı bir şehir turu yaparak koruma altındaki antik şehir ve tiyatroyu gördük.
Şehrin en hareketli caddesi ise Batenberg Caddesi. Gayet sevimli ve hoş bir şehir. Tarihi Cuma Camiini de ziyaret edip gece yolculuğu sonrası ülkemize vardık.
Yunanistan dan girip Bulgaristan dan çıkış yaptığımız oldukça yorucu ve hareketli bir turu böylelikle tamamlamış olduk.
Bu turdan aklımda, ruhumda iz bırakan iki doğa harikası ; Ohrid Gölü ve Matka Kanyonu oldu. Bir de her yıl haziran ayında düzenlenen muhteşem kirazların olduğu Kiraz Festivalini görmeyi çok isterim. Bulgaristan’ın Köstendil Kenti’nde ki festival en güzeli imiş. Eylül ayında ise Elma Festivali düzenleniyormuş.
Bir sonraki yazımda buluşmak dileği ile sevgi ve sağlıkla kalın sevgili dostlar.