- Eski Küçükçekmece Gezisi
- Ihlamur Kasrı
- Pelit Çikolata Müzesi
- Baltalimanı Japon Bahçesi
- Yeşilköy Havacılık Müzesi’nde Bir Gezi
- Kıyıköy’de Bir Gezi
- Rumeli Hisarı Gezisi
- Anadolu Hisarı Gezisi
- Museum of Illusions, Eğlencenin Hiç Bitmediği Bir Yer
- Mamicini Cafe: Bir Kafeden Çok Daha Fazlası
- Prens Adalarının Prensesi Heybeliada
- Vehbi Koç Büyükdere Evi, Nam-ı Diğer Ziyagil Köşkü
- Tevfik Fikret’in Evi Aşiyan Müzesi
- Küçük Dolmabahçe Beylerbeyi Sarayı
- İstanbul Nostaljisi Balat Sokakları
- Dileklerinizin Gerçekleştiği Ayın Biri Kilisesi
- Tüm Lezzetleri ile Koca Bir Tarih Vefa Semti
- Pierre Loti Tepesi
- Çamlıca Kulesi-Avrupa’nın Yeni Eyfel’i
- Sirkeci Tren Garı ve Çevresi
- İstiklal Caddesi’nde Bir Keyif Turu
- İstanbul Oyuncak Müzesi
- Barış Manço Müze Evi
- Esra Vardar Argun’un Heykel Sergisi
- Bir Tarihin İçinde Pera Palas Hotel
- Şekerci Cafer Erol
Bugün hepinizin çok iyi bildiğine inandığım İstiklal Caddesi’nde Bir Keyif Turu yapacağız.
İstiklal Caddesi sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin de en popüler caddesi ve biz bugün İpek’le her zaman olduğu gibi kalkan görevi yapan maskelerimizi kuşandık, silahımız olan dezenfektan ve kolonyalarımızla donanıp düştük yollara.
Daha çok sohbet edebileceğimiz bir geziydi planladığımız.
Öncesinde gideceğimiz yeri belirlemiştik ve yeni keşfedeceğimiz Kuş Yuvası Pera Cafe ilk hedefimiz oluyor.
İstiklal Caddesi Turu
Kuş Yuvası Pera Cafe
İstiklal Caddesi kalabalığı ile bilinir. İşte burası da o curcunanın içerisinde sakin ve huzurlu olmasıyla dikkat çekiyor.
Üstelik yeri çok kolay buluyoruz. Galatasaray Lisesi’nin yan sokağı. Kuş Yuvası Pera Cafe sokağa açılan masalar, gökyüzüne yayılan sarmaşıklar, duvarlardaki resimleri ile karşılıyor bizi.
Rengârenk görüntüsüyle sadece bulunduğu sokağın değil, Taksim’inde ferah, neşeli ve mutlu kafesi.
Hatıra fotoğraf çekilmek isteyenler için salıncaklı bölüm çok güzel düşünülmüş bir ayrıntı.
Her bir karesini dikkatle inceliyoruz. Duvarlarda bulunan birbirinden farklı kuş resimleri güzel olduğu kadar eğlenceli görünüyor.
Bu eşsiz duvar resimlerinin sanatçısının Elif Yıldız olduğunu sonradan öğreniyoruz.
Sohbet edeceğimiz sessiz bir köşe aramaya gerek görmüyoruz. Çünkü masalar rahatça sohbet edeceğimiz şekilde tasarlanmış.
Tatlıların her biri cezbedici. Biz Kanarya (Kuş Yuvası Özel limonlu kek, süt eşliğinde) ve Dodo (Kuş yuvası özel çikolata ve böğürtlen sos eşliğinde) seçiyoruz. Menüde henüz tadına bakamadığımız Kuğu, Pelikan, Flamingo ve Penguen var. Her biri Kuş Yuvasına özgü lezzetler. Seçimlerimizden memnun ortamın keyfini çıkarıyoruz.
Kahve sever olarak soğuk kahve isimleri de ilginç geliyor, içindekileri öğrendiğimde favorim Yalı Çapkını oluyor. Şaşı Baykuş, Ala Karga ve Çalıkuşu’na haksızlık etmek istemem. Onlarda bir sonraki gelişimize artık.
Kahvaltı ve yemek çeşitleri de menüde dikkat çekici, zengin bir mutfağı var. Servis esnasında Tarık Beyle tanışıyoruz. Peçete, ıslak mendil ve menüde kullanılan karikatür çizimleri kendisine aitmiş. Asıl mekân tasarımının ise ablası ve eniştesine ait olduğunu öğreniyoruz.
Siparişlerimizin her birinin sunumu çok şık. Sohbetimiz esnasında Tarık Beyin ikram ettiği özel demleme çayın tadı ise hala damağımda. Olmazsa olmazımız Türk Kahvesi hem lezzet, hem sunum olarak harika. Pazar kahvaltısına gelmeyi de planlıyoruz. Sevmiştik Kuş Yuvası Pera’yı.
Kitapçılar
Keyifle geçirdiğimiz birkaç saatin sonunda kitapçıları gezmek üzere İstiklal Caddesi’ne yöneliyoruz. Bir dönem adım başı kitapevleri vardı mağazaların yerinde.
Maalesef bugün birkaç tane dışında bulamıyoruz yine de güzel kitaplar seçiyoruz.
St. Antuan Katolik Kilisesi
Tünele doğru ilerlerken St. Antuan Katolig Kilisesi’ni görünce ziyaret etmeye karar veriyoruz. St. Antuan İstanbul’un en büyük ve cemaati en geniş olan Katolik Kilisesi.
Tarihine baktığımızda ise 1230 yılında rahipler, kurucuları Assisili Aziz Fransua adına Galata civarında bir kilise inşa etmiş. 1639 ve 1660 yangınlarında 2 kez yanmış ve her yangın sonrasında aynı yerinde yeniden kurulmuş.
1696 yılında yani son geçirdiği yangın kiliseyle birlikte çevresini de kül edince Aziz Fransua Kilisesi İstiklal Caddesi’nde bugün bulunduğu konumuna taşınmış.
1724 yılında Pera’da Aziz Antuan adı verilen bu yeni kilise; Osmanlı İmparatorluğu’nun saray ve devlet hizmetinde bulunan ve ticaretle uğraşan Katolik ülkelerden çoğunlukla İtalyan ve Fransız vatandaşları ve onların aileleri için inşa edilip, kutsanmış.
Oldukça eski ve köklü bir yapının karşısındaydık. Dışarıdan baktığımızda yerli ve yabancı olmak üzere oldukça yoğun ziyaretçiye sahip. Tarihi boyunca da dünyanın pek çok yerinden önemli kişiler buradaki ayinlere katılmak için gelmiş. Kilisenin ilahi gücünün önemli olduğuna inanılıyor.
Bahçesine girdiğimizde ön tarafta sağlı sollu altışar katlı 2 bina dikkatimizi çekiyor. Kiliseye gelir getirmesi için inşa edilen St. Antoine Apartmanları İstiklal Caddesi’nin ilk betonarme yapılarındanmış.
Cephesi kırmızı tuğlalarla kaplı kiliseyi İtalyan mimar Giulio Mongeri İtalyan Neogotik üslubunda, betonarme olarak inşa etmiş. Duvarlar ise belirli bir yüksekliğe kadar mozaik kaplama.
İçeride ki atmosferi mutlaka deneyimlemelisiniz. Çok özel ve huzurlu. Bizde dileklerimiz için mum yakıyoruz. En büyük dileğimiz sağlık oluyor.
Günümüzde hala farklı zaman dilimlerinde ve gün içerisinde ayinler yapılıyormuş. İçeride asılı bir program var. Ben Noel zamanlarının eğlenceli olduğunu duymuştum. Etkilemiş bir şekilde ayrılıyoruz.
Çiçek Pasajı
Geçerken Çiçek Pasajı’na giriyoruz. Burada filmlere, dizilere, kitaplara konu olan başlı başına kocaman bir tarih var. İstiklal Caddesi’nin de popüler mekânları arasında.
Geçmişi Tanzimat dönemine kadar uzanıyor. Sultan Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz Naum Tiyatrosu’na gelirlermiş. Hatta Verdi’nin ‘’II Trovatore’’adlı ünlü operası Paris’ten önce burada sergilenmiş. Naum Tiyatrosu, sahnelenen İtalyan operaları nedeniyle İstanbul ve Avrupa’nın sayılı kültür merkezleri arasında yerini almış.
1870 yılında gerçekleşen büyük Beyoğlu yangınında Naum Tiyatrosu da yanarak yıkılmış.
Sonrasında Galata Bankerleri sanıyla tanınan Rum banker Hristaki Zografos Efendi 1876 yılında yanmış tiyatronun yerini satın almış. Bahse konu arsanın üzerine İtalyan mimar Cleanthy Zanno’ya çizdirdiği proje ile içinde çarşı ve apartman bulunan yeni tipte bir bina yaptırmış.
1876 yılında yapımı biten binanın altında o dönem moda olan Paris tarzında düzenlenmiş 24 dükkân, dükkânların üzerinde ise 18 lüks daire varmış. Dükkânların oluşturduğu pasaja Hristaki Pasajı, binaya ise Cite de Pera adı verilmiş.
Pasajın ilk dönemlerinde açılan Acemyan’ın Tütüncü Dükkânı, Maison Parret ve Vallaury’nin Pastanesi, Japon Mağazası, Naturel Çiçekçisi, Pandelis’in Çiçek Dükkânı, Schumacher’in Fırını, Papadopulos’un Mücellithanesi, Keserciyan’ın Terzihanesi, Yorgo’nun Meyhanesi, Sideris’in Kürk Mağazası sadece bir kısmı ve yok yokmuş.
1908 yılında ise bina mülkiyeti Sadrazam Sait Paşa’ya geçmiş ve pasaj, Sait Paşa Geçidi olarak isim değiştirmiş.
1940 yıllarında ise pasajdaki küçük dükkânlara çiçekçiler yerleşmeye başlamış. Ekim Devriminden kaçan Beyaz Rus Kadınları, Baronesler ve Düşesler de burada çiçek satanlardan bazılarıymış. Çiçek mezat yeri olarak kullanılmaya başlanınca Beyoğlu’ndaki çiçekçiler buraya toplanmış ve pasajın adı Çiçek Pasajı’na dönüşmüş.
1940 lı yıllardan başlayarak açılan meyhaneler bir süre sonra apartman sakinlerini ve çiçekçileri yavaş yavaş başka yerlere taşımış. Tabii geride ‘’Çiçek Pasajı’’ ismini bırakarak. Pasajın ilk meyhanesi Yorga Efendiye aittir.
İlerleyen dönemde ise Çiçek Pasajı’nı Güzelleştirme ve Yaşatma Derneği’nin gayretleri sayesinde asli durumu korunarak restore edilmiş. 1988 yılında yapılan restorasyon sonrası meyhane olarak kullanıma açılmış.
Aralık 2005 yılında Mey İçki A.Ş.nin desteği ile son bakım ve yenileme yapılmış. Çatı ve diğer tüm görsel öğeler yeniden restore edilerek bugünkü aydınlık, ferah bir ortam oluşturulmuş.
Eski işletme sahiplerinin resimleri, Akardeoncu Madam Anahit’in resmi ve en önemlisi pasajın müdavimlerinden ünlü gurme, mimar ve yazar Aydın Boysan’ın resmi pasajın duvarlarını süslemektedir. Rahmetli Aydın Boysan benim özel yazarlarımdan. Her bir kitabı ayrı bir lezzettir.
Gösterişli cephe mimarisinde ise ilk ismi olan Cite de Pera halen duruyor ve halen Beyoğlu’nun en süslü binası olma özelliğini koruyor.
Beyoğlu Güzelleştirme Derneği tarafından yapılan bir ankete göre Beyoğlu denilince akla ilk ne geliyor? sorusuna verilen cevaplarda birinciliği Çiçek Pasajı almış.
Leziz mezeleri ile favori mekânım ‘’İkinci Bahar’’ burası uzun yıllardır mutlu anılarım arasında ama başka bir mekân ilgi alanımıza giriyor.
1963 yılından beri var olan ‘’Kime Ne Restoran’’. Geçmişinde 3 katının da isimleri ayrıymış. Birinci kat ‘’Biz Bize’’, ikinci kat ‘’Diz Dize’’, üçüncü kat ‘’Kime Ne’’ olarak kullanılırken zaman içerisinde sadece ‘’Kime Ne’’ kalmış.
İnci Pastanesi
Tarihi atmosferden çıkarak meydana doğru ilerliyoruz. O sırada İnci Pastanesi geliyor aklımıza. Buralarda olacaktı diyerek tahmini yer araştırması yapıyoruz ama bulamıyoruz. Şu akıllı telefonlar, özellikle Google büyük nimet. Her bir şeyi biliyor ve buluyor.
Bilmeyen yoktur Beyoğlu’nun İnci’sini. İlk kurulduğu gün itibariyle sevgililerin, Beyoğlu’na çıkanların, alışverişlerine mola verenlerin ortak noktasıdır. İnci Pastanesi’nin hikâyesi de lezzeti kadar tatlı gelir bana.
1940’ların başında kurucusu Lucas Zigoris, Galatasay Lisesi’nin karşısındaki kilisenin orada bir atölye açıp dillere destan olan profiterolünü yaparak diğer pastanelere dağıtım yapar. Profiterolün beğenilmesi ile Zigoris kendi yerini açmaya karar verir.
İşte 1944 yılında Cercle d’orient binasında, Atatürk’ün gömlekçisinin bulunduğu dükkânda başlayan yolculuğu 2012 yılında binanın yıkım kararı ile tahliye olarak yer değişikliği yaşatır.
Tarihi lezzetine Mis Sokak 18 numarada devam ediyor ve biz yeni yerini kolayca buluyoruz.
Eski yerinde profiterol yediğim için kendimi şanslı hissediyorum. Bilmeyen yoktur Beyoğlu’nun İnci’sini. Profiterol’u çok özeldir. Hatta sırf bu lezzet için gelenler de var. Bunlardan biride benim. Tahmini 2006 yılında gelmiştim.
İlk etapta küçük yeri yadırgamıştım. Çok büyük bir mekân değildi ama lezzet çok büyüktü. 3-4 masa hatırlıyorum ve bekleyen bir kuyruk.
Şuan ki yeni mekân geniş ve ferah. Limonatası da özeldir. Diğer pastane ürünleri de var. Çeşitlilik güzel ama profiterolle bütünleştiği için tek şey görüyorum.
Bayrağı bugün 1960 yılında henüz 12 yaşında öğrenciyken orada çalışmaya başlayan Musa Ateş almış. 52 yıllık emektar olan Musa Ateş bir söyleşisinde ‘’O zamanki Beyoğlu başkaydı ve bende buradaki pastanelere hayrandım’’ diyor.
Bir gün İnci Pastanesi’nden içeri girip iş istemiş, öğrencinin çalışması yasakmış o yıllarda ve olumsuz cevap alarak çıkışa yönelmiş. Tam çıkacağı sırada ‘’İyi bir çocuğa benziyorsun, uygun saatlerinde gel’’ cevabını almış. O günden bugüne ne kadar uzun bir süre. Zigoris’in vefatından sonra pastane kızına kalınca da hiçbir şeyi değiştirmeden devam etmişler.
Genelde böyle devirlerde değişim mutlaka olur. Kişinin kendi açtığı güzel giden bir işletmede dahi aksaklıklar, kalitede ya da hizmette düşüş yaşanır. Oysa hiçbir değişime ihtiyaç duyulmayan bu işleyişe hayran oluyorum.
Buradaki profiterolün lezzetini başka yerde bulamazsınız. İşin sırrı kullanılan ürünmüş. Musa Ateş yine yaptığı bir söyleşisinde bu sırrı açıklıyor. Yıllardır hep aynı yerlerden alışveriş yaptığını, kullandığı unu, yağı ve şekeri hep kendisinin aldığını ve en kalitelisini kullandığını söylüyor.
Tatlı kotamızı Kuş Yuvası Pera’da tamamlamıştık ama bu eşsiz lezzeti görüp yememek mümkün değil. Buradan da keyifli ve mutlu bir şekilde ayrılıyoruz.
İstiklal Caddesi’nde, zengin sokak lezzetleri dışında, zengin sokak sanatı da yaygındır. Küçük bir kız çocuğunun kantosu eğlenceli geliyor bize. Bir süre izledikten sonra meydana geçiyoruz.
Taksim Meydanı
Taksim Meydanı’nın İstanbul’un en büyük toplanma yerlerinin başında olduğu yılları hatırlarsınız.
Yeni yılı karşılayacağımız zamanlarda, Milli Bayramlarımızda, 1 Mayıslarda, maç sonralarında, eylemlerde, grevlerde, sesini duyurmak isteyenler olduğunda ve daha birçok kutlamalar için ‘’Taksime çıkıyoruz’’ u mutlaka duymuşsunuzdur.
Bu toplanmalar aslında Acı-Tatlı anılarıyla koca bir tarih oluşturdu yıllar içesinde. Sadece İstanbul’da yaşayanlar değildi bu buluşmalara katılanlar. Ülkemizin her bir köşesinden katılım vardı ve yabancı turistleri de unutmamalıyız ki onlar içinde aynı popülerliğe sahip.
Çocukluğumdan itibaren İstanbul hayallerimin şehri diyenlerdenim. Çok keyifli gelirdi haberlerde canlı yayınla bağlanılan o coşku bana. Tabii ertesi gün yayınlanan kapkaç, taciz, saldırı gibi olumsuz haberlerde bir o kadar üzücüydü. Yine de bir sonraki toplanma programında hepsi unutuluyor olmalı, yeniden büyük bir coşku ile Taksim’e çıkılıyordu.
Taksim Meydanı, Cumhuriyetin toplanma yeri olarak daha o yıllarda belirlenmiş. Buraya anıt yapılmaya karar verildiğinde ise, yani 1925 yılında dönemin İstanbul milletvekili Hakkı Şinasi Paşa başkanlığında bir komisyon kurulmuş ve yapılacak anıt için halktan bağış toplanmış. İki buçuk yılın sonunda on bir metre uzunluğu ve ağırlığı seksen dört tonu bulan anıt Roma’dan İstanbul’a gemi ile sandıklarda parçalar halinde getirilmiş.
Anıtı, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonico ve kendisine yardım için gönderilen 2 Türk genci Hadi Bara ile Sabiha Bengütaş 1928 yılında birlikte tamamlamış. Hatta Sabiha Hanımın bekâr bir bayan olarak tek başına yurtdışına çıkması bazı çevrelerde olumsuz karşılanması üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin desteği ile İtalya’ya gönderilmiş.
Taksim Cumhuriyet Anıtı meydanın simgesi ve tüm ihtişamıyla karşımızda duruyor. Tarihinde meydan çeşmesi gibi planlandığı ancak son taksit ödemesi tamamlanmadığı için havuzu eksik olarak günümüze kadar gelmiş.
Bu döneme ait anıtların yerleşiminde, önünde tören yapılacağı göz önünde bulundurularak çevre düzenlemesi yapılmış. Cumhuriyet dönemi anıtları ilk defa figüratif anlatımla Atatürk’ü ve kurulan yeni düzeni topluma tanıtan heykellermiş.
Dolu dolu bir günün sonunda daha göreceğim, yazacağım epey yer olduğunu fark ediyor ve en kısa zamanda bir ziyaret daha planlamam gerektiğini kendime not düşüyorum.
Not-1: İstanbul ile ilgili diğer yazılarımız için İstanbul Gezi Rehberi‘ne bakabilirsiniz.